
Bu köşenin takipçileri bilir; kolay kolay övmem Tayyip Erdoğan'ı. Ama geçtiğimiz günlerde Yunan basınına sızan ve dün de bizzat Erdoğan'ın doğruladığı AB liderleriyle görüşme zabıtlarındaki pazarlık performansını beğendim kendisinin.
AB'nin üyelik konusunda Türkiye'ye uyguladığı ayrımcı ve cesaret kırıcı yaklaşımı üst perdeden, ısrarlı biçimde gündeme getirmesine 10 üzerinden 10 puan. “Bizi üye yapmak istemiyorsanız açıkça söyleyin.” sitemi son derece haklı. “Tek istediğiniz tüm mültecileri tutmamız.” sözleri de öyle. Bravo! Biz de zaten iktidar ve medyasının zafer gibi sunduğu 29 Kasım Mülteci Anlaşması'nın başından beri yalnızca bundan ibaret olduğunu söylüyoruz. Türkiye'nin bir nevi tampon bölgeye dönüştürülmesi. Budur.
Gerçi “Anlaşamazsak nasıl baş edeceksiniz mültecilerle? Öldürecek misiniz onları?” diye sorması pek şık değil ama Avrupalıların karşı karşıya oldukları krizi hakkıyla idrak edebilmesi ve Türkiye'nin bu konudaki pazarlık gücünü vurgulamak için bu da hayli etkili olmuş. Öyle ki AB Konseyi Başkanı Tusk kıvranıyor resmen cevabında: “AB'yi mülteciler için daha az çekici kılabiliriz ama istediğimiz çözüm bu değil.” Hele hele AB Komisyonu Başkanı Juncker'e uzun yıllar başbakanlığını yaptığı 600 binlik Lüksemburg ile Türkiye'yi kıyas etmemesi konusundaki sert ikazı unutulacak gibi değil.
1 Kasım seçimlerini, eleştirel AB İlerleme Raporu ertelendi diye kazanmadıkları da doğru. Tabii önce vaktiyle raporun ertelenmesini isteyip, sonra da büyük bir kıvraklıkla ertelemeyi küçümseyen bir üslup takınması Avrupalılar için hayli incitici olmalı ki Juncker cevaben “Kendimi aldatılmış hissediyorum.” diyor. Vallahi acımıyorum. Aldanmasaydınız.
Ama hazır aldatma konusu açılmışken zabıtlardaki mühim bir detaya odaklanalım istiyorum. Malum 29 Kasım'da varılan anlaşma uyarınca AB, iki yıllığına Türkiye'ye 3 milyar Euro verecek. Zabıtları sızan 16 Kasım tarihli Juncker ve Tusk'la görüşmesinde ise Erdoğan bunu duyduğunda adeta deliye dönüyor ve muhataplarını bu rakam 6 milyar Euro'ya çıkarılmazsa masadan kalkmakla tehdit ediyor: “Eğer 2 yıllığına 3 milyar Euro diyorsanız daha konuşmaya gerek yok. Sadece Yunanistan'a mali krizde 400 milyar Euro verdiniz. AB'nin parasına muhtaç değiliz. Her an Yunanistan ve Bulgaristan'a kapıları açabilir, mültecileri otobüslere bindirebiliriz.”
Şimdi Erdoğan'ın buradaki tavrı net. Merak ettiğim ise nasıl oldu da daha sonra 3 milyar Euro kabul edildi? “Bu rakam daha sonra artar” diye düşünüyorsanız bakın ne diyor AB'nin Genişleme Komiseri Hahn, 1 Şubat'ta memleketi Avusturya'nın ORF kanalında: “Bu mesele çok sık yanlış aktarılıyor. Söz konusu olan 2 yıllık bir sürede 3 milyar Euro'ya kadar bir yardım ve bu para AB tarafından yönetilecek. 3 milyar Euro'dan bir cent fazla verilmeyecek.”
Yani 16 ile 29 Kasım arasında bir şekilde buharlaşan bir 3 milyar Euro'dan bahsediyoruz. Ya Erdoğan, toplantının zabıtlara yansımayan bir yerinde bir nedenle “peki o zaman 3 milyar da olur” şeklinde razı oldu ya da daha sonra Başbakan Davutoğlu, Erdoğan'ın rağmına bu düşük rakama imza attı Brüksel'de.
Sözü dün bu zabıtları iftiharla doğrulayan Erdoğan'a bırakarak bitiriyorum. “Birileri bu görüşmenin tutanaklarını servis ederek, bize saldırmaya çalışıyor… Yayınlanan tutanaklar bizim için utanç değil, bir ibra belgesidir, aslında… Allah hainlerin hilesini başarıya ulaştırmaz, bu böyledir.”
Nerede o 6 milyar sahi?