![]()
Necip Fâzıl’ın Bir Adam Yaratmak adlı oyunundaki temel figürlerden biri bir incir ağacıdır. Oyunun kahramanı Husrev, bu ağacın hayatındaki yerini şöyle açıklar: “Bu incir ağacı, bilseniz bana neler hatırlatmaz. Bütün bir çocukluk, bütün bir geçmiş zaman. Eski İstanbul kadınlarını bilmem hatırlar mısınız? Hayal dediğiniz kudret işte onlardaydı. Benim bir büyükannem vardı ki bu incir ağacının dibinde, göze görünmez bir cin ve peri âlemi tasavvur ederdi. Çocukken, beni bu incirin dibinde oynamaya bırakmazlardı. Bir gün orada oynarken ayağım kayıp yere düştüm. Sabahtan akşama kadar mutfakta, cinlerin öfkesini dindirecek şerbetler kaynadı. Sihirbaz değneklerine benzer kepçelerle uzun uzadıya bir kazanı karıştırdılar. İncirin dibine döktüler. Cinler tatlıyı severmiş.” Husrev bir oyun yazarıdır ve “Ölüm Korkusu” adlı piyesiyle meşhur olmuştur. Oyunun kahramanı, babası gibi kendisini bir incir dalına asarak intihar eder. Gazeteciler, Husrev’in babasının da kendisini yalının bahçesindeki incir ağacına asarak intihar ettiğini öğrenince, oyunun kahramanıyla yazarı arasında ilişki kurar ve etrafında gittikçe daralan bir çember oluştururlar. Sonunda bu çevrenin etkisiyle oğlunun kendini asmasından endişe ederek incir ağacını dibinden kestiren annesi, Husrev’in bütün dünyasını yıkacaktır. Eski Türk şehrinde mimarinin tamamlayıcı unsurları olarak düşünülen ağaçlar, tabiatla, tabiata ilave edilen yapılar arasındaki denge ve uyumu sağlardı. Başta İstanbul olmak üzere, iklim şartlarının müsait olduğu Osmanlı şehirlerinin hemen hepsi, bir baştan bir başa bahçe ve bostanlarla bezenmişti. Bahçe’li bostan’lı isimlerin yanı sıra, ağaç ve çiçek isimleri taşıyan sokak, mahalle ve semtlerin çokluğu, İstanbul’un bir zamanlar nasıl bir yeryüzü cenneti olduğunu gösteren açık belgelerdir. Büyük mesireler ve hasbahçeler bir yana, istisnasız her evin küçük veya büyük, bir bahçesi, bu bahçede birkaç meyve ağacı, kestanesi veya çınarı bulunurdu. Necip Fâzıl, doğduğu konağın bahçesindeki dut ağacını ve bir ara Aksaray’da yaşadığı ahşap evin bahçesindeki inciri hiç unutmamıştır. Cami veya mescit önlerinde, çeşme başlarında, meydanlarda, mesirelerde, her biri başlı başına bir anıt olan çınarlar, serviler, kestaneler, atkestaneleri, dişbudaklar, çitlembikler, ıhlamurlar, kırmızı yapraklı kayınlar, çamlar, fıstık çamları, sakızlar, sedir ağaçları, İstanbul manzarasının vazgeçilmez unsurlarıydı. Her biri başlı başına bir belirleyici olan bu ağaçlar, çevrelerinde yaşayanlar için apayrı bir anlam taşır ve adeta bir yaşama üslûbu yaratır, Bir Adam Yaratmak’taki incir ağacı gibi, efsanelerle, evliya menkıbeleriyle vb. bezenerek, bir çeşit kutsiyet, dolayısıyla dokunulmazlık kazanırlardı. İstanbul’un hatıralarına da sahip olan asıl nüfusu, yaşadıkları çevredeki ağaçları korumuş, koruyamadıkları ağaçlar için de en yakınlarını kaybetmişçesine üzülmüşlerdir. Rahmetli Turgut Cansever’den dinlemiştim: Sahil yolu açılırken, Bakırköy halkı, Sakızağacı Mahallesi’nin denize temas ettiği noktada, Sakızın Burnu denilen yerdeki bin iki yüz yıllık sakız ağacını kestirmemek için yaklaşık bir ay direnmiş, Şehremini halkı da Millet Caddesi açılırken Fatih’in diktiğine inandığı beş yüz yaşındaki çınarın kesilmesini önlemek maksadıyla yolu kapatmış ve tam üç ay açmamıştı. Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini önlemek isteyen direnişçileri bunları düşünerek takdirle takip ediyordum. İşte İstanbulluluk şuuru yeniden uyanıyordu. Hem modern bir duruş, hem de eski İstanbul halkının hassasiyetinin bir devamı niteliği taşıyan bu masum direnişe emniyet güçlerinin beklenmedik bir sertlikte müdahale etmesi çok yanlış olmuş, bunu fırsat bilen illegal örgütler ve seçimle kazanamadıkları iktidarı şiddet yoluyla elde etmek isteyen gayrimemnunlar, şehri ve tabiatı koruma şuuruyla başlayan bir hareketi, bir Vandallık histerisine çevirmişlerdir. Çok yazık! Bu şehrin gerçek sahipleri, ahşap evleri yakıp otopark yapanlar, asırdide ağaçları kesenler, kesemediklerini matkapla açtıkları deliklere asit dökerek ölüme mahkûm edenler ve tabii samimi insanların masum taleplerini isyan fitilini ateşlemek için fırsat bilenler değil, Sakızın Burnu’ndaki sakız ağacını kestirmek istemeyen eski Bakırköylüler, Millet Caddesi’ndeki çınarın etrafında barikat kuran eski Şehreminililer, Gezi Parkı’ndaki ağaçların önüne samimiyetle siper olanlardır. Bir insanın, yaşadığı şehirde gerçek “hemşehri” olabilmesi için, kendisini o şehrin bir parçası olarak hissetmesi şarttır. Kesilen bir ağaç, yıkılan bir abide, kazınan veya kırılan bir kitabe, çalınan bir mezartaşı yahut bir yazma, insana kendi kolunu kesmişler gibi acı veriyorsa, şehirle ve çevreyle sağlıklı ilişki başlamış demektir.