![]()
Postmodern zaman modernliğin yekpare, monolotik ve merkezden yönetilen Newtonyen yapısını yıktı. Fizikteki belirsizlik küresel olarak merkezsiz, yurtsuz, denetlenmesi güç bir dünya ortaya çıkardı.Gösterilerin iki merkezi Taksim ve Çarşı’yı bir miktar ayırmak gerekir. “Çarşı” yeniden doğru inşa edilirse orta sınıfın yükselen ilk tepkisi ve kendini yeni siyasetin teşekkülünde başrol oynamaya aday olarak ortaya koyduğunun ilk işaretidir. Gelecekte hem ulusal hem küresel düzeyde çatışma orta sınıf ve alt katmanlar ile ulusal ve küresel merkezleri denetleyen mütegallibe güçler arasında sürecektir. Türkiye özelinde patlamanın ana kalbi Taksim’dir. Taksim’i içinde yer alan öznelerinin ne kadar doğru algıladıkları, hele derindeki toplumsal bir patlamadan geçen yüzyıla ait Kemalist bir ideolojiyi çıkartmak isteyenlerin olayları ne kadar gerçekçi okudukları ayrı bir konu.Bana sorarsanız Bülent Arınç’la görüşen Taksim Dayanışma Grubu üyeleri ve Başbakan, olaya karşıt perspektiflerden ama aynı felsefi zihniyet içinden bakmaktadırlar. Dayanışma Grubu, Taksim projesi için halkoylaması yapılmayacağını, çünkü “bilimsel gerçeklik”in aksini düşünmeye imkân vermediğini iddia ediyorlar. Argümanları şu: Bilim bize projenin yanlış olduğunu gösteriyor. Bu 19. yüzyıl pozitivizminin harfi harfine tekrarıdır. Bilimsel kesinliğin sorgulandığı bir dünyada pozitivizm çoktan çökmüştür. Hele bir akıllının “Taksim laik itirazdır” teşhisi, pozitivist felsefenin hâlâ bu ülkenin zihin ikliminde kendine sığınacak köşe bulduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Başbakan seçmenden aldığı yüzde 50 destekle milli iradeyi temsil ettiğini düşünüyor, dolayısıyla seçmenden aldığı yetkiyi kullanarak “biz karar verdik, projeyi mutlaka uygulayacağız” diyor. Başbakan, Ruasseaucu ve Hobbes’çu milli irade ve mutlak iktidar fikrinden hareketle seçmenin iradesini “temsil” üzerinden “temellük” ettiğini düşünüyor. Bu kriz içinden geçmekte olan liberal demokrasinin de temel sorunudur.Tahrir’de tencereyi patlatan iç faktör, baskının hiçbir yerden nefes alacak menfez bırakmaması idi. Tam da “inficar” halinde patlama vuku buldu, arkasından başka yerlerde şiddeti farklı patlamaları tetikledi. Kahire’den San’a’ya, Telaviv’den New York’a ve Yunanistan’a fitili ateşleyen Tahrir’dir, bu açıdan Taksim ile Tahrir arasında mahiyet farkı yoktur. Türk oryantalizmi, Taksim’in Tahrir’in bizdeki devamı olarak teşhis edilmesini “zül” sayıyor, ikna edici bapta öne çıkarabildiği yegane argüman da Mısır’ın otokrat rejimine karşılık bizim çok partili demokratik sisteme sahip olmamız. Ve tam bu yanıltıcı çerçevede gösterilere maruz kalan AK Partililer bir yandan “muhalefetin yokluğu”ndan şikâyet ederlerken –çünkü güçlü muhalefet olsaydı biriken gazı muhalefet partilerinin alacağını düşünüyorlar- diğer yandan göstericilere “madem beğenmiyorsunuz siz de parti kurun” diye meydan okuyorlar. Anlamadıkları şey, meydanlara dökülenlerin asıl itiraz ve protestolarının sadece iktidar partisine değil, daha derinde bütün partileri merkezi kontrol aracı olarak kullanan liberal demokrasinin ta kendisine yönelmiş olmasıdır. Bu patlamalardan CHP, MHP veya BDP’ye ekmek çıkmaz. Çünkü hangi parti iktidara gelirse gelsin, ele geçirilmiş bir merkezin içinde yer almakta ve yerini aldığı partinin yaptıklarının aynısını uygulamaktadır. Pozitivizmle beraber çöken Newton’un siyaset ve devlet makinesidir. Modern devlet hâlâ bir makine gibi kurgulanmıştır, Weberyen aklın örgütlenmiş biçimi bürokrasi tarafından işletilmektedir. Ama postmodern toplum yani kentlerin ve küreselleşen dünyanın sosyolojisi hakikatle birlikte paramparçadır. Modern siyaset postmodern sosyolojiyi anlamıyor, yönetemiyor.