Image may be NSFW.
Clik here to view.
Geçen gün kız kardeşimle telefonda konuşuyoruz. Memleketimde çilelerle geçen ömrü tabiisinin sonuna doğru yaklaşan bir akrabamızın karşılaştığı tahammül fersâ hastalıklarından söz ediyordu. Hissiyatına hakim olamadı. Anlattı, anlattı, anlattı.Hüzün vardı sesinde; gözyaşlarının yanaklarına doğru süzüldüğünü tahmin etmek hiç de zor değildi. Ben mi? Tabii ben de hüzünlendim. Çekilen ıstırapları siz duysanız, o şahsı hiç görmediğiniz halde siz de üzülür ve duaya salarsınız kendinizi. Kaldı ki benim akrabam. Evet hüzünle dinledim ama konuşma uzadıkça, misaller çoğaldıkça hüznüm hayranlığa inkılap etti. Hayran oldum, imrendim o akrabamın hastalıklar karşısında almış olduğu tavrı duyunca. Zaten büyüktü benim nezdimde; bir kez daha büyüdü. Allah Şâfi ismiyle tecelli buyursun ona; şifalar ihsan etsin.Şu soruyu sormakta haklısınız; hayranlık neden? Hemen söyleyeyim; ıstırap kelimesinin anlam çerçevesini dolduran her şeyin eriyip gittiği, hatta daha ötesi ıstırabın nikabını yüzüne takıp kendisine tavattun edeceği başka diyarlar aradığı bir yerde, bu tahammülfersâ çilelere müptela olan o insan nasıl “Beterin beteri vardır, hamd olsun.” diyebilir? İşte bu tavırdı, bu sözdü beni hayran bırakan.Bunu girizgâh kabul edip bir hususa dikkatlerinizi çekeyim; bilirsiniz söz ile eylem, eylem ile eylemi içselleştirme arasında ciddi fark vardır. Mesela yukarıda bahsi geçen hastalık, çile, ıstırap ve benzeri musibet durumlarında bizler inancımızı da konuşturarak neler neler söyleriz. “Ne yapalım Allah’ın takdiri! Sabır etmek bize düşer”, “İnşallah günahlarımıza kefaret olur”, “İmtihan dünyasındayız; Allah imtihanı kaybedenlerden eylemesin bizleri”, “Hastalık da sıhhat de Allah’tan. Vardır bir günahımız, isyanımız”, “Bizler Allah’ın meccanen yarattığı kullarız. Bu beden bizde emanet. Emanetin sahibi emanetinde istediği gibi tasarrufta bulunur”, “Bu da ne ki! Bakın İnsanlığın İftihar Tablosu bile nice nice hastalıklarla kıvrım kıvrım olmuş. Demek ki yolun erkanı bu”, “Eyüp aleyhisselam sabrı versin Rabb’im.”Söylemle eylemim arasındaki ilişkiDaha uzatabilirim. Bunlar söylem. Ama asıl önemli olan, bu söylemle eylemimiz arasındaki ilişki. Acaba söz konusu her damlasından tevekkül, teslim, sika damlayan bu sözleri biz eylemimize yansıtabiliyor muyuz? Bir başka ifadeyle, Allah muhafaza dilsiz olsak mesela, göstermiş olduğumuz tavırlardan hareketle muhataplarımız yukarıdaki sözleri bizim hakkımızda söylerler mi? “Ne tevekkül, ne sabır Allah’ım!” derler mi? Kaldı ki bir de bu tavrın uzun süreli olması, tabir caizse otomatiğe bağlanması var. O da eylemin içselleştirilmesi safhası.İsterseniz hiç o kapıyı aralamadan söylem ve eylem arasındaki fark hakkındaki kanaatimizi izhar edelim; ben şahsen sözümüzle eylemimiz arasında ciddi uçurum olduğu kanaatindeyim. Sözümüzün eri değiliz biz. Hastalıklar başta karşılaştığımız çeşitli musibetler karşısında inancımız dilde kalıp hareketlerimize sanki çok yansımıyor gibi.Sakın ola ki bana ‘Tedavi olmayacak mıyız?’ demeyin; dile getirdiğim düşüncelerden bu sonucu çıkartmayın. Tabii ki tedavi olacağız. Hatta derde derman arama elbette dini bir sorumluluğumuz bizim. Doktor doktor, hastane hastane dolaşmamız tabii ki maddi planda mutlaka yapmamız gereken bir vecibe. Dolayısıyla bunu kastetmiyorum; kastım söz-eylem bütünlüğü.‘Neden?’ diyebilirsiniz. İman zafiyeti derim ilk önce. İmanı tahkiki boyutuyla duymamız gerektiği ölçüde duyamamamız; İslam’ın kalbi hayatından çok uzak bir mesafede yaşıyor olmamız; irfan ve marifet adına fakir ve dilenci oluşumuz; aşk-ı hakiki bir yana aşka; aşkı da bir kenara bırakalım, onun öncesinde yerini alan muhabbete, meveddete vasıl olamayışımız derim. Bunun kaynağında ilim noksanlığı var. Hocaefendi’nin “Kültür Müslümanı” diyerek ifade ettiği bir yerde duruşumuz var. Zalam zalam üstüne yetiştiğimiz çevrede bizi irfan ufkuna taşıyacak devâsâ kâmetleri bizâtihi göremememiz, huzur halkalarında yerimizi alamamamız var.O akrabama döneyim ve bitireyim; “Beterin beteri var; hamd olsun.” sözünde enfes bir incelik söz konusu. Fatiha tefsirinin hemen başında birçok müfessirin işaret ettiği bir incelik bu. “Neden elhamdulillahi rabbil alemin?” Müfessirler bu soruya cevap ararlar. “Eş-şükrü lillahi rabbilalemin olmaz mı?” derler arkasından. Verdikleri cevap tam da bizim konumuzu ilgilendiriyor. Arap dilinde ‘şükür’ verilen nimetlere karşı yapılan teşekkürü ifade eder; ‘hamd’ ise verilen ve verilmeyen her şeyi içine alır. Dolayısıyla Allah’ın bizlere şükrü gerektiren bütün nimetlerine eş-şükrülillah. İyi ama bir de vermedikleri var. Mesela ara sıra başınız ağrıyor; baş ağrınız sürekli de olabilirdi. Kanseriniz var ama tümör iyi huylu; metastas yapma özelliği yok; erken teşhis ve tedavi ile tedavi olma imkanı önünüzde. Tam tersi de olabilirdi; kötü huylu bir tümör; metastas ile iki-üç ay içinde ömrü tabiinize son verebilirdi. Sözü nereye getireceğimi anladınız umarım; beterin beteri var; daha kötüsü olabilirdi ama Allah beni bundan siyanet buyurdu; o beterin beterini bana vermedi öyleyse “Elhamdülillahi rabbil alemin; hamd olsun O’na.”Yazıyı ziyarette bulunduğum hastaya soruyor ve doğru cevabı ben veriyorum;-Nasılsınız?-Beterin beteri var; hamd olsun!
Clik here to view.
