![]()
Yorum bilgiye dayanarak yapılır. Bilgi yetersizse, onun hakkında söylenecek sözler yorum değil, başka bir şey olur.Tahmin, zan, vehim, temenni vs. Biri bir şey söylemiş; uzman bilinenler çağrılıp saatlerce yorum yaptırılıyor. Hem de birkaç kanalda birden. Çok yadırgadığım bir gazetecilik anlayışı bu. Çünkü bir faydası ve anlamı yok; o kadarını herkes konuşur. Biraz daha bilgi gelsin, üzerinde durulup bir çerçeve oluşsun ki yorum yapmak bir ciddiyet taşıyabilsin.Bazen de apaçık olan yorumlanmak isteniyor, bir sürü yakıştırmalarla. Mesela yapılan bir açıklama çok samimi, duygulu, gönülden bir sesleniş niteliğinde. Bu hassasiyete ancak saygı duyulur. Gözyaşlarıyla gönlündekini, yüreğindekini açmış. Bunda art niyet falan aranır mı? Ama kelimelerden, virgüllerden mana çıkarmaya çalışan bir sürü yorum buna rağmen yapılıyor. Bir kısım medyanın “yorum”dan anladığı bu. Hele kalbî-derunî konularda nadanlık sayılabilecek bir duygusuzluk göstermeyi bazıları bir alışkanlık haline getirmiş.Matematikte ihtimal hesabı diye bir bahis vardır. İhtimalleri öngörmeye çalışırken bile bazı verilere muhtacız. Tahmin de öyledir. Sezgi bile verisiz doğmaz. Yanılma payları hiçbir zaman yok sayılamaz ve bu, itidalin ihtiyatın lüzumunu düşündürmelidir. Mesela seçim sonuçlarının duyurulabilmesi için bir saatlik bir zaman kalmış, telefonla yorum soruyorlar ve cevap da alıyorlar. Birkaç saat bekle kardeşim! O noktada yorum yapmak abesle iştigaldir. Buna benzer durumlar çok oluyor.Eleştiri niteliğindeki yorum, daha da fazla duyarlılık ister. Özeleştiri yapamayan eleştiri de yapmamalıdır. Özeleştiri yokluğu psikolojik bir hali yansıtır ve o psikoloji eleştiri üslubuyla bağdaşmaz; genellikle nefsani bir karakter taşır. Kişinin egosuyla sınırlı bir kısır döngüyü metot haline getirir. Tahkirler, sataşmalar, tahrikler, çirkin polemikler böyle doğuyor. İpe sapa gelmez komplo teorileri böyle oluşturuluyor.İnsanın en önemli farklılığı sorumluluk duygusu taşımasıdır. Bu duygu, ruhunun aklının kalbinin vicdanının, kısacası varlık bütünlüğünün doğal sonucudur. İnsanlar o duyguyu bir şuur, bir kişilik ekseni haline getirerek gelişirler. Sorumluluk duygusu olmayan bir insan normal bir insan değildir. Tıbben normal olabilir, aslen normal değildir. İnsanın vicdanı, tefekkür ve sorumluluk şuuruna bağlı bütünlük dengesini tıp inceleyemez, ölçemez, röntgenini çekemez. Normalleşme üzerinde bunun için çok duruyorum. Bir insan, ancak bağlı bulunduğu meşru değer hükümlerinin ve ölçülerinin kazandırdığı bütünlük dengesiyle normalleşir. O dengenin yeni seviyeler kazanmasıyla da gelişir.Bir yazara bakıyorum, “Bu eğitimle, bu kültürle böyle yazması mümkün değil” diyorum. Bir gariplik, bir anormallik görüyorum. Sonra da, geçmişte yaşadığı bir haksızlığın etkisinden kurtulamadığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Darbelerin böyle de bir tahribatı oldu. Zulme uğramak çok kötü, ama o zulme tepki olarak düşüncede sorumluluk şuurundan uzaklaşmak, daha kötü ve daha zarar verici bir hal. Bazı noktalarda da olsa, sınırlı hallerde de olsa, bilerek de olsa anormalleşmeye meyletmemek, bu sınavı kazanamamak çok üzücü bir durum. İnsan özeleştiri yapamazsa, en değerli kaynağı olan yaşamış olduğu hayat tecrübelerinden yararlanamaz ve çok büyük bir kayba uğrar. Hataları kabullenilmemiş hiçbir hayat; güzelliklerini, derslerini, yardımlarını, özünü göstermez. Yaşamışsındır ama, o sana açılmamıştır. Hayat, saygısızlığa da sevgisizliğe de küser. İnadını sürdürürsen hatırlamaya çalıştıkça da küskünlüğünü ve öfkesini sürdürür; hep önemsiz ve verimsiz şeyleri hatırlar. a.selim@zaman.com.tr