Daha başlığı görür görmez kaşlarını çatıp 'Kime laf çakıyorsun!' diyenleri görür gibiyim. Maalesef bu ülkede fikir tartışmalarının dibe vurduğu nokta 'Kime çaktı?' derekesine kadar geriledi. Sanki hiçbir kimse ya da kitleye laf sokuşturmaksızın insanlar düşüncelerini ifade edemez; sanki hadiselerin bir kısmına olumlu bakılırken diğer kısmına itiraz şerhleri konamaz gibi...Her şey bu kadar keskinleşince memleketin tımarhaneye dönmesi ve herkesin bir kampa gönüllü esir haline getirilmesi; ya da her ferdin bilmecburiye bir yere yamanması yakındır. İşte tam bu yüzden “Savrulmayalım!” demek gerekiyor.Yine de, “Bu mesaj kime?” derseniz, açık cevabım hazır: Herkese! Öncelikle nefsimize. Sonra çevremize. Ve tabii ki hadiselerin aktif aktörlerine. Toplumları doğrudan etkileyen hadiselerde tansiyon yükselir. Gerginlik biraz daha artınca itidal çizgileri kaybolur. Sonra herkes savrulur. O kadar ki, öfkeyle bir uçtan bir uca savrulanlar, herkesi de kendileri gibi savrulmuş sanır. Oysa mevzi değişikliğini belirleyen, dünkü durduğunuz yerdir. Dün, demokrasi derken bugün ucunda darbe kokan bir yola girmişseniz hiç savrulmadığınızı söyleyebilir misiniz mesela? Yapılması gereken ortak aklı, hırpalanmış duyguların önüne geçirmektir; yani orta yolda durabilmektir.Orta yol?.. Toplumun tamamını 'kendi konumuyla' kabul ederek kucaklayan, hiçbir ferdi/kitleyi ötekileştirmeyen, ne sebep olursa olsun şiddete de, karşı şiddete de müsaade etmeyen yol. Bu yola girdiğinizde sabırlı olmak, marjinal kışkırtmaları bile hukuk içinde göğüslemek gerekir. Bu yol sadece düşünce özgürlüğünü garanti altına almaz; aynı zamanda bütün hakları kutsal kazanım olarak görür.Türkiye'nin savrulup savrulmadığını anlamak için birkaç soruya cevap aramalıyız. Mesela son hadiseler yaşanmadan önce bu ülke hangi hedefe doğru yol alıyorsa şimdi de aynı güzergâhta yürüyor mu? Devlet politikası haline gelmiş ve belli bir oranda kabul görmüş hedeflerinde herhangi bir sapma oldu mu? Toplumdaki birlik-dirlik havasında büyük bir hasar söz konusu mu?Daha da netleştirelim manzarayı. Bir ay geriye gittiğinizde karşınıza çıkan Türkiye'nin yeri de bellidir, rotası da. Nasıl bir ülkeydi Türkiye? Her şeye rağmen Avrupa Birliği (AB) yolunda ilerleyen bir ülke. Demokratik tecrübesi nedeniyle İslam dünyasına (‘model' olmasa bile) örnek gösterilen ve ilham veren bir ülke. Bölge dengelerinde sözü dinlenen, dünya muvazenesinde (şimdilik göz ucuyla da olsa) dikkate alınan bir ülke. Global ekonomik krizin tam ortasında elde ettiği başarılar sebebiyle dünyanın dört bir yanında ayakta alkışlanan ve gıpta edilen bir ülke...Şimdi herkesin elini vicdanına koyarak bir soruya cevap vermesi gerekiyor: Bir ay önceki Türkiye ile bugünkü Türkiye aynı mıdır? En azından son dönemde yaşananlar yüzünden bu ülkenin imajına zarar verildiğini görmemiz gerekiyor. Daha düne kadar parmakla gösterilen bir ülkenin bugün 'sıradan bir Ortadoğu ülkesi' muamelesi görmesi hangi vicdan sahibini derinden yaralamaz? Dünkü ışıltılı manzaradan bugünkü kaotik resme gelinceye kadar yaşananları kare kare mercek altına alıp yeni bir çıkış yolu haritası çizmeye mecburuz.Mazeret çok. Aşırı örgütler, kışkırtıcı yayınlar, provokatif eylemler, sert söylemler, birikmiş öfkeler, yaralayıcı sözler, planlanmış ihanetler, fırsatçı hamleler. Dişinizi sıksanız daha onlarca sebep bulup onlarla başkalarını mahkûm eder, kendinize beraat kararı çıkarırsınız. Tamam da bütün bu sebepleri sıralayarak oto-hipnoz yapmaya ihtiyacımız var mı? Aslolan, hatalar üzerine odaklanarak iç enerjimizi tüketmek yerine, yeni bir atmosfer oluşturmak değil mi? Bu atmosfer hem Türkiye'nin demokratik ve çoğulcu havasını yansıtmalı hem de dünya ile uyumlu olmalı. En azından bu ülkeyi bir ay önceki demokratik yörüngesine yeniden oturtmaya kafa yormak şart. Provokasyonları bertaraf edecek hamle de budur, ajitasyonları akim bırakacak adım da bu.Kendi rotamızı unutursak başkalarının dümen suyuna girmiş oluruz. Bu ülke daha demokratik, daha şeffaf, daha özgür bir yola çoktan girdi; oradan geriye asla dönemez. Asabımızı sürekli bozarak bizi birbirimize kırdırmak isteyenlerin en temel maksadı Türkiye'yi kendi iç sorunlarıyla boğuşan bir ülke haline getirmek. Bu çıkmaz sokağa girilmesi demek, yalnızlaşmayı tercih etmektir. O çıkmaz sokaklardan sıyrılıp yeni bir enerji üretimine ihtiyaç var. Alevi-Sünni tartışmasına, laik antilaik kamplaşmasına, Türk-Kürt kavgasına vs. dalıp orada boğulmak, Türkiye'nin kendi yörüngesini terk etmesine neden olabilir. Çoklu savrulmalar hem ruh dünyamızda derin yaralar açar hem de bizi zamanın ruhundan uzaklaştırır...AB hedefinden uzaklaştıkçaTürkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olur mu olmaz mı; biraz karışık bir konu. Türkiye’ye çıkarılan zorluklar ve Birlik içindeki bazı ülkelerin olumsuz yaklaşımı ortada. Yalnız hakkını teslim edelim: AB kriterleri doğrultusunda yürürken Türkiye’de demokratik bir değişim yaşandı. AB lokomotif olmasaydı Türkiye kendi demokratikleşme sürecini kendi iç motivasyonu ile başaramazdı. Hiç kuşkusuz AB sürecinde daha demokratik, daha şeffaf, daha özgürlükçü bir ülke haline geldik. Vesayet rejimi, süreci tersine çevirmek için çok direndi ama halkın arzusu, hükümet(ler)in dirayeti sayesinde pek çok adım atıldı, reform yapıldı.Türkiye, çok zor ve kritik dönemlerde AB sürecine verilen desteğin karşılığını aldı aslında. Mesela e-muhtıra verildiğinde AB, çok çabuk ve demokratik bir tepki verdi. Darbe davalarına verilen demokratik destek olmasaydı uluslararası platformda Türkiye kendini ifade etmekte çok zorlanırdı. AK Parti için açılan kapatma davası bir hukuk katliamıydı; AB bu konuda da iyi sınav verdi...Madalyonun bir başka yüzü de var kuşkusuz. Bazı AB üyeleri küçük hesapların altında ezilerek Türkiye’yi süreçten soğuttu. Türkiye’deki AB karşıtları da bu fırsatı kaçırmadı. Bazı AB üyelerinin incitici yaklaşımı ve pervasız beyanları Türkiye’ye karşı çifte standardı işaretliyordu. Nitekim o tavır büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. AB, Kıbrıs’ta tamamen çuvalladı, Annan Planı’na ‘evet’ demesine rağmen Kıbrıslı Türkler cezalandırıldı. Şu an 35 faslın 18’i askıda, sudan bahanelerle müzakere süreci felç.Bütün olumsuzluklara rağmen gerçek ortada: Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerleyebilmesi için en büyük motivasyon kaynağımız hâlâ AB’dir. Türkiye’nin o yolda ilerlemesi, demokratik standartlarını yükseltmesi anlamına geliyor hâlâ. Tamam, AB’yi eleştirelim; ama AB hedefinden şaşmayalım. Türkiye’nin bu süreçten kopması, kendi kendini yalnızlaştırması, içine kapanması ve özgürlük rotasından ayrılması gibi sonuçlar doğuruyor. Toparlanmak ve daha demokratik Türkiye hedefini tazelemek gerekiyor...PANORAMABRÜKSEL'DE yapılan ‘Balkanlar ve Türkiye’de Medyanın Durumu’ toplantısında Yavuz Baydar’ın çok ilginç bir tespiti olmuş: “Türkiye’de bazı gazeteciler meslekleri ile politik aktivizmi birbirlerine karıştırıyor.” Durum aynen böyledir. Maalesef bazı gazeteciler, gerçeğin tamamını görmekten ve göstermekten kaçıyor, kaçınıyor. Haberciliğe siyasi bir eylemcilik bulaştırdığınızda hem ülkeye hem gazeteciliğe zarar veriyorsunuz. Bu hata yıllarca yapıldı ve bu ülkenin insanı o fanatik zihniyeti defalarca cezalandırdı. Nostaljik solculuğun şiddet tutkusuna bir son vermek şart. Artık ders çıkarıp gazeteciliğe dönmek, siyasi aktörmüş gibi davranıp fanatik duruş sergilemekten vazgeçmek gerekiyor...SIRF hükümeti zor durumda bırakmak için yalana dolana başvurulduğu onlarca hadiseyle sabit hale geldi. Olacak şey midir bu: Pek çok kışkırtıcı açıklamayla gündeme gelen CHP milletvekili Hüseyin Aygün yine büyük bir skandala imza attı: Suriye’de öldürülen çocuğu Gezi olaylarıyla ilgiliymiş gibi sosyal medyada paylaştı. Bir kadın, “Başörtülüyüm, müftü eşiyim. Eşimi de boşayacağım.” gibi laflar etti, sonra CHP’li başkanın eşi ve bar işletmecisi olduğu ortaya çıktı. Faili meçhul internet yalanlarını saysak bitiremeyiz; ama CHP gibi köklü bir parti tedbir almalı, kara propaganda ile arasına mesafe koymalı...PKK ve BDP son dönemde tehditler savuruyor sürekli. İlginçtir; her diklenmenin sonunda birtakım hukuki düzenlemeler için sürenin bitmek üzere olduğu, aksi takdirde sokağa inileceği, eylemler başlatılacağı, hatta silaha başvurulacağı vurgulanıyor. Hangi yasal düzenlemelerden bahsedildiği, bu kadar tehditkar konuşmaların arkasında hangi maksadın gözetildiği kamuoyunca bilinmiyor. Mezkur süre kısa bir zaman dilimini işaretlediğine göre bekleyip göreceğiz...
↧