Geçen hafta Tunus ve Mısır Yatırım Forumları vesilesiyle bu iki ülkeyi ziyaret ettim. Arap Baharı sürecinin bu iki önemli ülkesi bir taraftan ‘devrim’ sonrası ülkelerini düzene sokmaya çalışırken, diğer taraftan da yatırım çekmeye çalışıyorlar.G8 tarafından IMF, İslam Kalkınma Bankası, Afrika Kalkınma Bankası işbirliğiyle oluşturulan ‘Deauville Ortaklığı’ bu ‘geçiş’ ülkelerinin siyasi ve ekonomik yapılarının düzeltilmesi konusunda bir işbirliği platformu olarak kurulmuş. Tunus ve Mısır Yatırım Forumları da Deauville Ortaklığı tarafından İslam Kalkınma Bankası, OECD gibi kuruluşlar tarafından destekleniyor.Mısır ve Suriye gibi ülkelere ‘geçiş’ (transition) ülkesi muamelesi yapılması boşuna değil. Zira bu ülkeler Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki geçiş tecrübesine benzer bir tecrübe yaşayacaklar. 1990 sonrasında eski SSCB ülkelerinin bağımsızlığını kazanmasıyla ekonomik yapılarını piyasa ekonomisi yapısına uyarlama süreci başlamıştı. SSCB döneminde, birlik üyesi ülkeler kendi aralarında ‘iş’ yapmıyordu; bütün ‘işler’ Moskova aracılığıyla yapılıyordu. Birlik üyesi ülkelerde döşenen demir yolları yekdiğerine değil Moskova’ya ulaşmak üzere döşenmişti örneğin. Özbekistan’a ne kadar pamuk üreteceği, Azerbaycan’a ne kadar petrol çıkartacağı Moskova’daki Sovyet Gosplan’ı tarafından dikte ediliyordu. Azerbaycan’a petrol çıkartma görevi veriliyordu. Petrol başka birlik üyesi ülkelerde rafine edilmeliydi. SSCB içi ‘iş bölümü’ Moskova tarafından ekonomik ve daha çok siyasi dengeler güdülerek tasarlanmıştı. SSCB yıkıldıktan sonra bu merkezileşmiş yapının devam etmesi imkansızdı. Üretim miktarlarının dağıtım kanalları ve fiyatların Moskova ve üye ülke başkenti tarafından belirlendiği bir yapı devam edemezdi. Ekonomik yapının bir ‘geçiş’ döneminden geçmesi gerekecekti. Daha da önemlisi, kafa yapılarının da normalleşmesi gerekiyordu. SSCB sosyalizmi, eşitliği sağlamıştı ama sağlanan eşitlik ‘fakirlikte eşitlikti’. İnsanlar daha çok çalışma konusunda sistemden bir teşvik görmüyordu. Daha çok çalışan daha çok külfetle, az çalışanla aynı nimete kavuşuyordu. Ama SSCB sisteminin artıları da vardı. Eğitime (tabii Rusça olmak üzere) ciddi kaynaklar ayrılıyordu. Sanat ve spora da öyle. İnsanlar, bir taraftan Sovyet sisteminin üstünlüğünü dünyaya duyuracak sanat ve spor gibi sahalara yönlendirilirken diğer taraftan teknik ve bilimsel konuların yanında sıkı Marksistler olarak yetiştirecek eğitim sisteminden geçirilmeliydi. Geçişler zor olur; koskoca bir ekonomik sistemi kapitalist bir sisteme geçirmek. Nitekim öyle oldu. Eski SSCB ülkelerinde hâlâ eski SSCB sistemini özlemle yâd edenler var. Bunun bir kısmı, geçişin ortaya çıkardığı haksızlıklar (oligarklar gibi) ve bunun doğurduğu adaletsizlik ve isyan duygusundan kaynaklanıyor. Ancak, bununla birlikte, ortaya çıkan geçiş ekonomisinin insanları daha çok çalışmaya zorlarken, ürettiği nimetlerin bunu haklı çıkartmaması da önemli rol oynuyor. Ekonomik sistemin bir gecede ya da birkaç yılda normale dönmemesi normal; ancak 15 yıla yakın süredir geçiş sürecinde bazı temel unsurlarının oturmamış olması da hayal kırıklığına sebep oluyor. Örneğin, birçok Orta Asya geçiş ülkesinde hâlâ tarım üretiminin depolanma, dağıtım gibi temel bileşenlerinin yeni normale göre oluşamamış olması çiftçileri dezavantajlı duruma getiriyor. Kuzey Afrika’daki Arap ülkeleri de bir ölçüde geçiş dönemi yaşıyor. Zorlu ve ızdıraplı bir dönem. Libya’yı bir tarafa bırakın, Tunus ve Mısır, on yıllardır gerçek diktatörler tarafından yönetilirken birdenbire ‘özgürlüğe’ kavuştu. Yönetim sistemleri, yöneticiler ve halk buna hazır değildi. Sonuçta halk kimi seçeceği konusundaki yetkiyi aldı ama ‘seçme’ tecrübesini esasında yeni yaşıyor. Seçilenler ise ‘seçilme’ ve ‘yönetme’ tecrübesini. Hem Mısır hem de Tunus’ta, her iki diktatörün de ülkelerini on yıllarca geride bıraktığı belli. Tunus’u 26 seneden sonra ziyaret ettiğim geçen hafta, cep telefonları dışında çok büyük bir değişiklik görmedim desem mübalağa olmayabilir. Ancak yeni seçilen yöneticilerin tecrübesiz olmaları ve kaynak sıkıntısı yaşamaları geçiş döneminin risklerini artırıyor. Kahire’de çöplerin toplanmasında bile zorluk yaşanıyor. Halk, 30 Haziran’da (bugün) yapılacak gösteriler için benzin ve gıda depolaması yapmaya çalışıyor. Sonuçta caddelerde benzin istasyonları önünde yüz metrelerce benzin kuyrukları oluşuyor.Kuzey Afrika’nın potansiyeli ve TürkiyeAncak hem Tunus hem Mısır önemli potansiyellere sahip. Türkiye Asya’nın doğu, Avrupa’nın batı kapısıysa, Mısır da Afrika’nın ve Ortadoğu’nun önemli bir kapısı. 85 milyonluk nüfusuyla dev bir ülke ve dev bir ekonomi. Bu nüfusun içinde az sayıda çok zengin, çok sayıda ise yoksul var. Nüfus ve alan olarak çok daha küçük olsa da Tunus da önemli bir ülke. Tunus kendisini Afrika’nın kapılarından birisi olarak görüyor. Her iki ülke de orta seviyede karmaşıklıkta sanayiye sahip sayılabilir. Bazı iyi üniversiteleri sayesinde belli sayıda nitelikli insan yetiştiriyorlar. Her iki ülkede de ücretler Türkiye’ye göre düşük. En önemlisi, her iki ülke de Türkiye ile yakın tarihi ve kültürel ortak kültüre sahipler. Türkiye’nin ekonomik işbirliği açısından bakarsak her ikisi de önemli; özellikle Kuzey Afrika’nın en büyük ülkesi olan Mısır. Mısır’la Türkiye’nin ekonomik ilişkileri istenen seviyeden uzak olsa da yine de bahsettiğimiz potansiyeli destekler nitelikte. TAV, Kahire Uluslararası Havaalanı’nı inşa etmiş. Şimdi Limak yeni terminalleri yapıyor. Duravit ve Beko ürünlerini Kahire’de görebilirsiniz. Türk girişimciler tarafından geliştirilen Polaris isimli 2 bin dönümlük özel organize sanayi bölgesi tamamlanmış ve yaklaşık 40 şirketin fabrikalarıyla dolmuş. 1.000 dönümlük ikinci adım geliştirilmeye başlanmış. Bunlar teşvik edici haberler. Tunus’ta ise daha girişte yine TAV’ı görüyoruz; TAV burada Enfidha Uluslararası Havaalanı ve terminallerini inşa etmişti. Ancak onun dışında pek Türk izine rastlayamıyorsunuz Tunus’ta. Oysa, otel ve AVM inşası ve/veya yöneticiliğinden sanayiye kadar Tunus’ta Türk şirketlerinin yapabileceği çok şey var. Kuzey Afrika, Cezayir ve Libya gibi kaynak zengini ülkeler, Mısır ve Fas gibi büyük ekonomiler ve Tunus gibi küçük ekonomilere sahip. Hepsiyle çok yakın ilişki sermayemiz var. Bu tabanın üzerinde güçlü bir ekonomik ve siyasi üstyapı kurmak hem devlet adamlarımıza hem de şirketlerimize düşüyor. En azından Kuzey Afrika’dan Türkiye’ye burslu üniversite öğrencisi sayısını artırarak işe başlayalım. Gelecek işbirliğinin temellerini böyle güçlendirelim. Burada da iş Yurt Dışı Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi kamu kurumları kadar STK’lara düşüyor.
↧