![]()
Zagreb’in Haziran 1991’de Yugoslavya ile tüm bağlarını koparıp bağımsızlığını ilan etmesinden 22 yıl sonra, pazartesi günü, Hırvatistan AB’nin 28’inci üyesi oldu.AB ailesinin yeni üyesine hoş geldin denilirken hissiyat karışıktı. Avrupa kurumları, Hırvatistan’ın katılımını ‘tarihi adım’ diye niteledi. Cuma günü alınan en geç Ocak 2014’te Sırbistan ile üyelik müzakerelerine başlama ve Kosova’nın AB ile daha yakınlaşmasının yolunu açma kararıyla birleştirilince, son birkaç gün, Batı Balkanlar için dönüm noktası oldu. Şüphe ve tereddütle geçen yıllardan sonra, Brüksel, kararını vermiş ve tüm Balkan ülkelerinin geleceğinin AB’de yattığına dair 2003 tarihli vaadini yerine getirmeye başlamış görünüyor.Kıdemli Balkan gözlemcisi ve analisti Tim Judah’a göre, Hırvatistan’ın katılımı, AB’nin genişleme politikasının hâlâ işlediğini ve tekerliği yeniden icat etmeye ihtiyaç olmadığını kanıtlıyor. AB baskısı, Hırvatistan’ı, üst düzey yolsuzluk gibi AB yolu üzerindeki büyük engellerden bazısıyla mücadeleye mecbur bıraktı. Judah, AB’yi artık dikkatini kalan altı Balkan ülkesine çevirmeye çağırıyor ki, bunlar birbirinden keskin biçimde ayrışan pozisyonlarda bulunmakla birlikte epeydir AB kapısında bekleşiyor: Karadağ ve Sırbistan’ın net üyelik perspektifleri var, Kosova ve Arnavutluk ilerleme kaydetmeyi becerecek gibi görünüyor, ama Bosna-Hersek ve Makedonya farklı sebeplerden çıkmaza saplandı. Judah şöyle diyor: “Daha fazla genişlemeye şüpheyle bakanların aklında tutması gereken basit bir şey var: Hırvatistan’dan sonra, Balkan Altılısı’ndan kimse çok uzun süre üyeliğe hazır hale gelemeyecek ve üyeliğe kabul edilecek kıvama geldiklerinden emin olma süreci için bol bol zaman olacak. Ve hepsinde olmasa bile, çoğunda, bu süreç meyvelerini veriyor.”Judah’ın çıkarsamalarının, The New York Times’ın dile getirdiği gibi, kapasitesinin üzerinde yayılan AB’nin yönetilemez hale geleceğinden korkan ya da Hırvatistan’ı, 2007’de apar topar üyeliğe kabul edilen ve o zamandan beri AB’nin böyle yaparak kanunsuzluk ve rüşvet ithal ettiği korkularını körükleyen Romanya ve Bulgaristan ile kıyaslayan Avrupalıları ikna edeceğinden ikircikliyim. Bu şüphelere bir de halihazırdaki ekonomik krizin sonucu olan genel genişleme yorgunluğunu ve yeni üye devletlerden geniş çaplı göçe karşı kamuoyunun gösterdiği direnişi eklemek lazım. Tüm bu itirazların geçici olduğu ya da zamanla üstesinden gelinebileceği doğrudur, ama Hırvatistan’ın katılımının, Hollanda dahil, üye ülkelerin hiçbirinde heyecanla karşılanmaması, çoğu Avrupalının, en azından şimdilik, AB’nin genişlemeye kısa vadede kapalı kalmasını tercih ettiğinin net göstergesi.Türkiye’nin Hırvatistan’ın üyelik süreciyle hep özel bir ilişki içinde olmasının ise basit bir sebebi var: Her iki ülke yolculuklarına Ekim 2005’in aynı gününde başladı. O zamandan beri, Türkiye’nin AB serüvenindeki her ileri ya da geri adım Hırvatistan’ın bahtıyla kıyaslandı. Türkiye ile Hırvatistan arasında koşutluk kurma eğiliminin anlaşılır olmasına rağmen, en başından beri pek anlam ifade etmemesinin bir dizi sebebi var.Birincisi, boyut önemlidir, AB üyelik müzakerelerinde de. Geçmişte İspanya, Polonya gibi büyük ülkelerin katılımı mesela Portekiz ve Slovenya gibi daha küçük ülkelere nazaran hep daha karmaşık ve tartışmalı olmuştur. Bu vakada ise söylemeye bile lüzum yok: Türkiye’nin üyeliği AB’yi temelden değiştirecek, Hırvatistan’ın üyeliği ise hiçbir şeyi değiştirmeyecek.İkincisi, Hırvatistan, Türkiye’nin yüz yüze olduğu sorunlardan tümüyle farklı doğada sorunlarla baş etmek zorunda kaldı: Komünizm sonrasının devletçi ekonomisini yeniden canlandırmak, başını alıp gitmiş yolsuzlukla uğraşmak ve ayrılık savaşından sonra yeni devlet inşa etmek.Üçüncüsü, Türkiye’den farklı olarak, Hırvatistan’ın Avrupa’daki konumuna dair hemen hemen hiç kimsenin şüphesi yok ve Avrupa’nın geri kalanında Türkiye’ye yönelik tarihi, kültürel, dinsel önyargı ve yanlış algılamalara dayanan aleyhte popüler hissiyat Hırvatistan’a beslenmiyor.O yüzden, Türkiye’yi Avrupa’nın kötü niyetlerinin ebedi kurbanı yapan ülkedeki kemikleşmiş, olumsuz algıları kaçınılmaz olarak kuvvetlendirecek karşılaştırmalar yapmayı bırakalım. AB, 2005’te üyelik müzakerelerinin başlamasından beri Türkiye’ye muamelesi konusunda pek çok şeyle suçlanabilir. Ama Hırvatistan’ı tercih etmesi, bunlardan biri değil.