“Sübhanallah”, Allah'ı tesbih ederim demek. Namazların ardından yaptığımız tesbihatlarda, gece yatağımıza uzandığımızda, şaşkınlıkla ya da takdirle karşıladığımız hadiselerde söylediğimiz bir söz.Bunları topladığınızda günde belki 100'den fazla söylediğimiz bu söz için “Seni tesbih ederim”in ötesinde de bir bilgiye sahip değiliz çoklarımız. İtiraf edelim, ne mana ne de muhteva derinliği adına çok şey biliyoruz. Geçenlerde tefsir dersinde Yasin Sûresi'nde “Sübhanellezi halaka'l ezvece...” ayeti okunuyor, değişik tefsirlerde buna nasıl mana verildiği mütalaa ediliyordu. Dinledi teker teker hepsini Hocaefendi. Gramer kuralları açısından ele aldı ayeti. Yanlış anlamadıysam kendisinin tercihi “Sübhan” kelimesinin ayet içinde masdar olarak zikredildiği. İbrahim Hakkı Hazretleri'nin Allah'ın selbi ve sübûti sıfatlarını anlattığı şiirini okudu ezberden ve “Sübhan, bunların hepsini içine alır.” dedi.Tefsir ilmine ait kısmen teknik ve detay sayılabilecek, genelde de erbabını daha çok ilgilendiren bu hususu değil, devamını anlatmaya çalışacağım sizlere. Bu izahlar bittikten sonra çok kısa bir müddet durdu ve birden şunları söyledi Hocaefendi: “Ben kim, Seni tenzih etmek kim?” Tahmin edebiliyorsunuzdur umarım. Konuşma dilinde kim, kim diye biten bu tip sözlerde bir muhasebe, bir murakabe gizlidir. Kimi zaman pişmanlığımızı konuştururuz, kimi zaman acizliğimizi. Hocaefendi beşer olarak hepimizin hissiyatına tercüman oluyor ve O'nu idrakten acizliğimizi haykırıyor bu çıkışı ile. Sözlerinin devamı bunun ispatı: “O (cc) Zatında münezzehtir. Dolayısıyla Zatında münezzeh olan Allah'a, “Seni münezzeh kılıyorum, Seni tenzih ediyorum.” denilemez. Belki Sübhanallah sözüyle şu denilebilir; Senin münezzehiyetini itiraf ediyorum; vicdanımda bir kerre daha bunu duyuyorum. Havass-ı zahire ve batınımla bir kez daha bunu seslendiriyorum.” Takdir hislerimle coşmuştum. İçimden gele gele ve alabildiğine yüksek sesle “sübhanallah” diyesim geldi. O an hissiyatıma mani olmayıp Sübhanallah deseydim, tüylerim diken diken olacak ve sanırım vicdanımda verilen bu mealdeki muhtevayı duyacaktım. Ama meclisin adabı deyip yine sustum. Fakat Hocaefendi devam etti kaldığı yerden ve başta söylediği cümleyi bu defa noktayı koymak adına yeniden söyledi; “ne haddimize bizim O'nu tenzih etmek!”Sübhanallah sözünün mana derinliği adına engin okyanuslara yelken açmıştık. Kıyıdan henüz ayrıldık; kara arkamızda görünüyor. Her an geriye dönebilir; ayaklarımızı karaya basabiliriz. Aksi de mümkün; yelkenleri rüzgârın gelişine salıp ilerleyebildiğimiz kadar ilerleyebiliriz. Çok olur Hocaefendi'nin ders ve muhabbet ortamlarında bu türlü manzaralar. Muhataplarının gözlerinin içine bakar. Sözlerinin ne kadar anlaşıldığını gözlerin bakışından anlamaya çalışır. Anlaşıldığını anlarsa yolculuğa devam eder; anlaşılmadığı zannı hakim gelirse, başıyla devam işareti verir.Yanlış anlaşılmaması için hemen söyleyeyim; ben kenarda oturuyordum; Hocaefendi ile yüz yüze, göz göze gelecek bir pozisyonda değildim. Hocaefendi devam-tamam yol ayrımında ihtimal muhataplarının anladığını anladı ki devamdan yana karar verdi ve kendiliğinden devam etti. Buhari'nin en son hadisine atıfta bulundu. Efendimiz'in (sas), söylemesi dile çok kolay, mizanda da çok ağır ve en önemlisi Rahman katında çok sevimli olan iki kelimeyi hatırlattı. Bu iki kelime “Sübhanallahi ve bihamdihi, sübhanallahilazim.”Önce sübhanallahi ve bihamdihi'yi ele aldı ve şunları söyledi: “Camii bir beyan. İlkinde nefy var, tevhid-i halis var, diğerinde ise isneyniyet var, Allah'tan gelen nimetlere hamd var. Tevhid ettiğin aynı yerde isneyniyeti görme; nefy ettiğin aynı yerde hamd etme; hakiki varlık Allah'tır demenin yanı başında, hakaiku'l eşya sabitetün hakikatini seslendirme; mahruti bakışın ifadesidir bu.” Bunları dedikten sonra vahdet-i vücud ve vahdet-i şuhud nazariyelerine örtülü bir gönderme yaparak “istersen sen Allah'ın vücudunun gölgesinin gölgesinin gölgesi ol, yine de varsın” dedi. Yani Allah'ı tesbih u tenzih u takdiste bulunuyorsan demek ki varsın diyerek Allah ve varlık karşısındaki konumumuzda Hz. Risalet Penâhi'nin halis öğretilerine işaret etti.Sonra “Sübhanallahilazim”e geçti ve dedi ki “bu cümle zannediyorum ihata edilemezliğini ifade ediyor. Hem tesbih u tenzih açısından ihata edilemez, hem de Azim olduğu için ihata edilemez. Çünkü “künhü Bâri nâkâbili idraktir.” Tetimme babında “Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.” (İbrahim, 34) ayetini okuyarak bir hatırlatmada bulundu; “Ayrıca Allah'ın nimetleri de namütenahidir; onlar da ihata edilemez.”Artık derse devam edecekti. Başıyla devam işareti verirken son cümlesi şu oldu; “bir insan için iki şeyi birden söyleme çok önemli. Birinde nefy ve tevhidi halis, diğerinde isneyniyet.” Üçüncüsü de var; ihata edilemezlik. Bu üçüne birden bakınca ben kim Seni tenzih etme, tesbih etme, takdis etme kim” sözünün manası daha iyi anlaşılıyor. Ders devam etti ama ben sübhanallah kelamının izahı adına açılan bu kulvarda kalmaya devam ettim. Kalıp da ne yaptın diyebilirsiniz? Hiçbir şey! Sadece günde yüzlerce defa söylediğimiz bu kudsi tesbihin mana ve muhteva derinliği adına söylenenleri idrake çalıştım. Hocaefendi'nin bu açıklamaları ile bizi elimizden tutup götürdüğü okyanus ortalarında bir müddet daha aram eylemeyi tercih ettim. Sonra, sonrası malum. Geri döndüm, ayaklarımı yere bastım ve kaldığım yerden hayata devam ediyorum. Fakat şunu kesinlikle biliyorum ki olan bu ama olması gereken bu değil. Pekâlâ neden aktarıyorum. Bir hadisten dolayı. Efendimiz, Veda Hutbesi'nde “Olabilir ki duyurulan kimse, sözlerimi bizzat işitenden daha iyi anlar.” Ben bu açıklamaları benden çok daha iyi anlayacak kimselerin çıkacağına inancım tam olduğu için sadece nakil görevini yerine getiriyorum.
↧