Türkülerin esaslı bir yol arkadaşı olduğu şüphe götürmez. Ne var ki, her türkünün ruha esenlik verdiği zamanlar başka başkadır.Kimi, gece yarısı yalnızlıklarına özgüdür. Kimi, sabahları doldurup dünyayı uyandırmak ister. Bazı türküler de uzun yolculuklar içindir. Bir yaz günü, yekpare buğday tarlaları arasında döne kıvrıla giden bir otomobildeki adamın ruhu, manzarayı bütünleyen asude türküler ister ve ancak onlarla teselli bulur. Yukarıda mavi gökler, top top bulutlar ve kayıtsız uçuşan kuş sürüleri... Aslında yol kendi müziğini üretiyordur ve siz sadece buna ayak uydurursunuz. Van Gogh denizi buğday tarlalarını dinlerseniz, onlar da kendi türkülerini mırıldanmaktadır; başakların türküsü… Yolun müziği hüzündür, her şey hüzün! İnsan neden türkülerle hüznüne hüzün katmak ister? Eğer yolculuğa çıkmışsanız, bu soruyu sormanın bir anlamı yoktur. Yolculuk, zaten başlı başına hüzündür. Öyleyse hüznü hüzünle savmak gerekir. Kendinizde olanı başkasına katmak, başkasında olanı kendi dilinize geçirmek… O yolcular, uzun yola çıkmışlar; hüzün alırlar, hüzün satarlar. “Ağlama güzelim ağlama, ben yine gelirim / Doğan aylar gibi de güzelim parlar yine gelirim.” Benim yol türkülerim, coğrafyanın ruhuna göre değişir. İçinden geçtiğim şehrin türküsünü oracıkta dinlemek... Dağları, bitki örtüsü, evlerin çatıları, insan yüzleri, pencere önlerine dizilmiş çiçek saksıları, hayal meyal çocuk yüzleri hepsi, hepsi toplanıp muhayyilenizde oraya özgü duygular, içlenişler yahut heyecanlar oluşturur. Bu manzarayı, ancak ve ancak buraların ve bu insanların dili olmuş türküler tefsir edebilir. Türküler dağların, bozkırın ortasındaki yalnız ağaçların, ıssız dere yataklarının, derin uçurumların, ovaların, şenlikli bahçelerin, uzak kadınların, solgun ve suskun ihtiyarların sesidir. Bir türkü dinler ve bütün coğrafyayı duymuş olursunuz. Bilecik’ten Kütahya’ya, oradan Afyon ve Denizli’ye doğru giderken, size eşlik eden, uçsuz bucaksız buğday tarlalarından yükselen sükûnetin müziğidir. Bu havzanın hemen bütün türküleri de sükûnetin dokusuna zarar vermez ve onu bütünleyerek dilinizde akıp gider. Bu sükunet, kimi zaman kulağınızda eski, tanıdık bir sestir. Bir hatıraya benzer, sahibi çoktan göçüp gitmiştir oysa. Çocukluk hülyaları arasında Özay Gönlüm’ün o tok, babacan sesi… “Yaveş yaveş esen seher yeni mi / Benim gönlüm divane mi deli mi?/ Kalk gidelim gara gözlüm bur’ladan / Çekilip durmeyor gurbetin hali…” Coğrafya; dağlar ve ovalar, buğday tarlaları ve uçurumlar kendi kadim türküsünü söyleye dursun, bütün bu asudeliğin anayurdu Denizli’de bir akşam vakti kurulan düğünde gençler, Güney Koreli bir rapçının söylediği “Gangnam Style” şarkısı ile çılgınca oynuyordu. Kaderin cilvesi miydi bu? Bütün yolculuk boyunca, Denizli Belediyesi’ndeki dostlarının geçen gidişinde kendisine iki CD halinde hediye ettiği otantik türküleri dinleyen birinin, karşılaşmayı hiç arzu etmeyeceği bir haldi bu. Korkunç, bayağı, anlamsız!.. Merhum Özay Gönlüm, bu manzaraya tanık olsa, o tok ve çatallı sesiyle ne derdi, bunu düşünüyorum. Oysa, dinlediğim CD’lerde sayısız kına havası, oyun havası vardı ve hepsi de o toprakların ruhundan çıkıp gelmişti. Ve hepsi de söylemeye, oynamaya müsaitti. Düğün meydanlarına klavyeleriyle gelip birkaç “Angara” türküsü söyleyerek ceplerini dolduran nevzuhur şarkıcıların hiçbirinin, kendi yörelerinin türkülerini bildiklerine ihtimal vermiyorum. Bir akraba düğünündeydik ve bir ara, ezelden beri bütün düğünlerde söylenen, annemin her duyduğunda ağlamaya başladığı o “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsünü söylemeye duran şarkıcının nasıl bir fecaat işlediğini etrafımdakilere anlatmaya çalıştım... Ama kimsenin umurunda değildi. Bu türkü, tarihin hiçbir devrinde bu kadar kötü ve bayağı söylenmemişti! Her şey zıvanadan çıkmıştı! Türküler yaşıyor evet, yollarda, mavi gökler altındaki yolculuklarda ve kimilerimizin dilinde. Dağların, yalnız ağaçların, buğdayların türküsü kulağımızda çınlıyor. Türküler yaşıyor, evet CD’lerde! Fakat meydanlarda, düğünlerde, kafelerde, çay bahçelerinde yoklar. Oralarda yabancı sesler, gürültüler, zıplatan müzikler. Türküleri CD’lerde toplamak yetmiyor demek ki, hayat kulaklarını tıkamış gidiyor. Biri şöyle seslense duyan olur mu? Vatandaş, mekânında kendi türkünü dinlet! Düğününde kendi türkünü çal, kendi zeybeğini oyna! Olur mu? a.colak@zaman.com.tr
↧