Asıl dertlerinin Gezi ve “yaşam biçimi” olmadığını işin daha başında açığa vuran “Gezici” dostlarımız Taksim’e fena dadandılar; her fırsatta gidip neredeyse iki aydır siftah edemeyen Beyoğlu esnafının sızlanmalarına aldırmaksızın gürültü patırtıyla hoşça vakit geçiriyor, eğleniyorlar.Ramazan’ı bile insanlara zehir etmeye kararlı görünen Gezicilerin gülünç olmaya başladıklarını henüz fark etmemiş olmaları çok tuhaf. “Taksim’e dadanmak” tabirini özellikle kullandım; bir zamanlar Galata meyhanelerine ve Beyoğlu eğlencelerine kendini fazla kaptırmaya halk dilinde “karşıya dadanmak” tabir edildiğini Falih Rıfkı Atay’ın Batış Yılları’ndaki bir yazısından öğrenmiştim. Çankaya’nın ünlü yazarı Beyoğlu’nu şöyle anlatıyordu: “Biraz paralı aile gençleri Beyoğlu’na eğlenmeye giderler. Bu eğlencelere kendini fazlaca kaptıran olursa bunun adı ‘karşıya dadanmak’tır. Karşı, yarı Avrupa demektir (...) Beyoğlu’nda bir İstanbullu Türk, yerliliğini kolayca hisseder. Dükkâncılardan çoğu, Türkçeden başka dille konuşmayana cevap vermeğe ancak ‘tenezzül’ eder. Yan sokaklardan bazılarının adı Fransızcadır ve Fransızca yazılmıştır. ‘Büyük Kulüp’ adı ‘Cercle d’Orient’dır. Dili Fransızcadır. ‘Karşı’ Türklerinin de Türkçe konuştukları pek duyulmaz. Bu Tanzimat tipi batılı ile bugünkü batılı Türk arasında hiçbir benzerlik aramayınız. O, Türklüğünden utanan, Türklüğünü saklayan bir alafrangadır.” Servet-i Fünun mecmuasının kurucusu Ahmet İhsan Tokgöz de, hatıralarında, hanım ninesinin “karşı”dan ve “karşıya dadanan”lardan hiç hoşlanmadığını, bütün Müslüman kadınlar gibi, onun da Galata ve Beyoğlu’nu bizden saymadığını, bu yüzden bir gün halasının oğluyla Beyoğlu’na çıktıklarını duyunca “Oğlanı Frengistan’a götürmüşler! Eyvah!” diye ağladığını yazar. Cumhuriyet’in ilk nesilleri Beyoğlu’nun kozmopolit kimliğine şiddetli düşmanlık hisleriyle doluydular. İnanmayanlar Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore’sini ve Hasan Âli Yücel’in Edebiyat Tarihimizden adlı eserinin “Montesquieu Gibi” başlıklı bölümünü okusunlar. Şu cümleler Yakup Kadri’nindir: “İstanbul’da bu çirkin mahlûkatın yuvası olan ve Beyoğlu denilen bir yer vardır ki, planını domuz kasapları çizmiş, temelini şarap tacirleri kurmuş (...) sanılır ve İstanbul’un, asıl İstanbul’un sessiz, mütevazı şekli karşısında zevksizliğin ve soysuzluğun sinir hırpalayıcı bir abidesi gibi canlı durur.” Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye gelen William M. Pickthall de “Karşı” ahalisinin zor zamanlarımızda nasıl davrandığına şahit olmuş ve gördüklerini bütün açıklığıyla yazmıştır. Bu insaflı yazarın dilimize Harpte Türklerle Birlikte adıyla çevrilen hatıratında anlattıkları hakikaten acı vericidir. Sadece bir paragrafını naklediyorum: “Takriben üç yüz kadar yaralı Türk askeri, el ele birbirine destek olarak ikişer ikişer başları öne eğik, ayaklarını sürüyerek yürüyorlardı. İçlerinden biraz daha sağlıklı olan birkaçı diğerlerine moral vermeye çalışıyordu. Harpten ve yürümekten yorulmuş bu dürüst, hüzün dolu köylü yüzler, kaldırımda toplanmış iyi giyimli insanların alay ve gülüşlerine aldırış etmeden sabır ve vekarla ilerliyorlardı. Acı çekmesini bilen ve ırkların en yücesi olan Anadolu Türklerini Avrupalılar tanımamışlardı. Bu yüzden bu iyi yürekli insanlar, kendi sırtlarından geçinen Beyoğlu aristokratlarına göre yüzkarasıydı. Yine günde beş defa Allah’a ibadet ettikleri için fanatiktiler. Çünkü onlar misyoner okullarına gitmemişlerdi, işte bunun için barbardılar. İşte vatanları için çarpışıp yaralı olarak dönen bu insanlara kendi başkentlerinde gülünüyor ve kendileriyle alay ediliyordu (...) Onları bu halde görmek, tam can damarlarına dokunmak Hıristiyanlar için bir şaka, bir eğlence konusu olmuştu.” “Karşı”nın adı o zamanlar Levantenlerin, diğer azınlıkların ve alafranga Türklerin dilinde Pera idi, şimdi Beyoğlu... Ancak 1997 yılında Taksim’e cami tartışması başlayınca, bazı yazarlar, Beyoğlu ve Taksim’den Pera diye söz etmeye başlamış, hatta tercih zorunda bırakılırlarsa, oylarının Pera’dan yana olacağını yazmışlardı. Onlara göre, Kasımpaşa’dan alınan oylara dayanılarak Beyoğlu’nda tasarrufta bulunulamazdı. Şaşırtıcı olan, Pera ruhunun Atatürkçülük adına savunulmasıydı. Hâlbuki yukarıda verdiğim örnekler bunun çok yanlış olduğunu açıkça gösteriyor. Cumhuriyet, Beyoğlu’ndan Pera’yı kovdu. Gezi olayları -belli bir bakış açısından ele alınırsa- tarihten kaçanların kendilerine Pera’da sığınacak bir liman arayışları gibi görünüyor. Ama unuttukları bir şey var: artık kravatsız ve tıraşsız vatandaşlar da çıkabiliyorlar Beyoğlu’na. Sözün özü: “Demokrasi” paranteze alınmadan Kasımpaşa oyları küçümsenemez. Bütün İslâm âleminin Ramazan-ı Şerif’ini tebrik ediyor, bu mübarek ayın hayırlara vesile olmasını, bütün insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesini diliyorum. b.ayvazoglu@zaman.com.tr
↧