Biz öyle sanıldığı, anlatıldığı gibi bir futbol ülkesi değiliz. Spor ülkesi hiç değiliz.Rekabeti seviyoruz. Tartışmayı, konuşmayı, iddialaşmayı, bazen kavga boyutunda kapışmayı fazlasıyla seviyoruz.Ama oyunun kendisini, hayır sevmiyoruz. İşte U20 şampiyonasında da gördük. FIFA’nın Dünya Kupası’nın ardından gelen en büyük ikinci organizasyonunda yüz kızartıcı bir ilgisizlik vardı. Çoğu maçta tribünler boş kaldı. Çok değil, 3-4 sene sonra dünya futbolunun vitrininde yer alacak yıldız adayları ayağımıza kadar geldi, insanımız oralı bile olmadı.Sonuçta FIFA’yı rahatsız eden, daha büyük organizasyonlara hazırlık yapan bu ülkeyi ise endişelendiren bir hayal kırıklığı yaşandı.Türkiye, U20 şampiyonalarının en az seyirci toplayan ülkesi olarak yaftalandı.Kimileri bunu bir organizasyon beceriksizliği olarak değerlendirebilir. Dışarıdan bakınca ve işin kolayına kaçınca bunda haklılık payı da görülebilinir.Ama bu ilgisizlik, bu duyarsızlık, bu yetersizlik, bu kolaycı yaklaşımla izah edilemeyecek ölçüde önemli bir sorun bu ülke açısından.Hiç unutmam, 2000 Kasım’ında Fransa takımı gelmişti İstanbul’a. Son Avrupa ve son Dünya Kupası şampiyonu unvanlarıyla. Fabian Barthez, Lilian Thuram, Frank Lebouef, Marcel Desailly, Vincent Candela, Sylvian Wilford, Patrick Viera, Emmanuel Petit, Zinedine Zidane, Johan Micoud ve David Trezeguet’li o efsane kadrosuyla Millî Takım’ımızı 4-0 yenmişlerdi. Ve daha 4 ay önce Avrupa şampiyonu olan o Fransa’yı izlemeye hepi topu 5 bin civarında seyirci gitmişti.O günlerde de futbolseveri yoktu bu ülkenin... Bugünlerde de yok.Ama kulüp taraftarı var!Aslında sorunun başladığı yer de burası zaten. Bizim insanlarımız futbol izlemeyi hem bilmiyor hem sevmiyor. Kendisini bir yere ait hissetmeye ise bayılıyor! İlk bakışta bu aidiyet duygusu tabii ki futbolun en önemli dinamiklerinden birisi olan rekabeti canlı tutmak ve yaşatmak adına büyük önem taşıyor.Ama futbolun gelişmesini, oyunun güzelleşmesini, kalitenin yükselmesini bizdeki yaklaşım çerçevesinde engelliyor. Sonuç her şeyin önüne geçiyor. Ve kalite değil netice talep ediliyor.Rekabetin en çarpıcı, en acımasız, ancak en değişmez sloganını hatırlayın:“Vur, kır, parçala, bu maçı kazan!”Bizim futbol sevdamız işte bu kadar sığ, bu kadar ilkel, bu kadar şiddet yüklü ve bu kadar kazanma odaklı!“Bu maçı alıcaz, başka yolu yok” demeye başladığınızda, zaten oyunun ruhu taraftarın o sığ, ilkel, şiddet yüklü yaklaşımının karşısında teslim olup gidiyor.İddia, her şeyden daha önemli... Aidiyetin gelişmesi, genişlemesi ve tribüne taşınmasının gerisinde de iddia yatıyor.Takım kazanıyor ve şampiyonluğa gidiyorsa tribün dolu. Değilse boş.Oysa Batı’da, o aidiyet duygusu da oyun odaklı. İnsanlar taraftarı olduğu takımın maçına her koşulda gidiyor. İyi günde de kötü günde de... Takımının yanında yer alıyor.Onun için mesela bir Bundesliga’nın 6 milyon 546 bin olan ilk yarı seyirci sayısı, bizim tüm liglerimizin bir sezonluk toplamından fazlaya ulaşıyor. Ya da Premier Lig’in 5 milyon 791 bin olan ilk yarı seyirci toplamı, neredeyse bizim profesyonel organizasyonlarımızın tümüyle kafa kafaya geliyor. Ve oralarda doluluk ortalamaları yüzde 90’lara ulaşırken, bizde yüzde 50’ler bile büyük oran olarak görülüyor.Futbol izleyiciliği ayrı bir kültür. Yalnızca U20’de değil, defalarca bu kültürdeki seviye düşüklüğünü yaşadık bu ülkede.75 milyon nüfus içerisinde, futbol konuşan, futbol tartışan, futbol diliyle birbirine yaklaşan en az 50 milyon insanımız var. Peki hiç merak ettiniz mi, sezon içerisinde bunların ne kadarı maça gidiyor? En iyimser rakamlarla 400 bin kişi değil. Hesap ortada. Önceki sezon 4 farklı kategorideki lig organizasyonunu izleyen toplam seyirci 6,4 milyon kişi. Çarpın, bölün, toplayın, çıkarın, 400 bin aynı profilin üzerine ulaşma şansınız yok.Peki futbolda durum böyle de diğerleri daha mı farklı? Aksine çok daha beter.12-16 Aralık tarihleri arasında, hatırlar mısınız İstanbul’da Kısa Kulvar Dünya Yüzme Şampiyonası yapılmıştı. 154 ülkeden 947 yüzücü o şampiyonada yarıştı. Tribündeki seyirci sayısı, sporcu sayısından azdı!Tribüne gitmeyi, dünyanın en önde gelen sporcularını yerinde izlemeyi gerçekten sevmiyor bizim insanımız.Tabii ki bunda yayın bombardımanının da büyük etkisi var.Hele futbolda... Sezon içerisinde haftada 40 civarında naklen yayın yapılıyor ekranlardan. Süper Lig, 1. Lig, Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Rusya, Brezilya ligleri, Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi, millî maçlar falan filan derken, insanlara futboldan “ööö” geliyor.Her kanalda, neredeyse her dem futbol. Sıkıyor, yoruyor, bıktırıyor. Hal böyle oyunca da tribünden maç izleme isteği iyice törpüleniyor. Aslına bakarsanız, bu hoyratlığın da bir zapturapta alınması gerekiyor.Seyir kültürünün gelişmediği ve hem futbol hem sporumuzun aşama yapmasını olumsuz etkilediği bir ülke burası.Ve bu ülke, her zamankinden daha istekli, her zamankinden daha gayretli, her zamandakinden daha hazırlıklı, her zamankinden daha şanslı bir olimpiyat adaylığı serüveni yaşıyor.Son U20 Dünya Şampiyonası’ndaki seyirci duyarsızlığı, daha önce düzenlediğimiz bir dolu üst düzey organizasyondaki izleyici azlığı, bu ülkenin seyir kültüründeki zavallılığı, bu süreçte açıkçası beni fazlasıyla ürkütüyor.
↧