Ülkemizi iyi tanıyan ve son 30 yılda gelmiş geçmiş siyasi liderlerimizin hepsiyle görüşen tecrübeli Arap yazar, Türkiye’nin son dönemdeki atılımından çok etkilenmişti.Ona göre, herkesin gözünü kamaştıran bu gelişme, Turgut Özal’ın başlattığı reformların meyvesiydi. AK Parti ve Başbakan Erdoğan da akil politikaları ve olağanüstü gayretiyle bu başarıda ciddi rol oynamıştı.Ancak Gezi olaylarından yansıyan manzara; Hükümetin bu krize tepkisi ve Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında izlenen dış politika tecrübeli yazarı kaygılandırmıştı. Demokratik açıdan model olarak sunulan ülke, bir anda büyük protestolar, sert polis müdahalesi ve medya özgürlüğüyle ilgili ciddi sıkıntılarla gündemdeydi.Komşularla sıfır problem siyasetiyle başkalarına örnek olan, bölgede herkesle konuşabilme özelliğiyle birçok krizde arabuluculuk yapan Ankara, birer birer çevresiyle sorun yaşamaya başlamış; Ortadoğu’nun girift krizlerinin dışında ilham veren bir aktörken iç ihtilaflarının parçası oluvermişti.Türkiye’yi sadece Batı’nın yakından izlediği önyargımız nedeniyle bir Ortadoğulu uzmanın çizdiği bu resme şaşırarak, bu şartlarda Erdoğan’a danışman olsa ne önereceğini sordum. Cevabı hazırmış gibi “İki tavsiyem olur” dedi: 1- Türkiye’nin iç ve dış siyasette acilen sükûnete ihtiyacı var. Büyük ülkesiniz, panik yerine sakin ve sabırlı hareket edin. 2- Erdoğan için farklı fikirlere sahip isimlerden oluşan güçlü bir istişare heyeti şart.Ülkenin geleceğini düşünen, iktidarla maddi, manevi çıkar bağı olmayan herkesin dile getirdiği benzer tespitlerin aynısını Ortadoğulu bir isimden de duymak aslında problemin ne kadar açık olduğunun göstergesi. Omuzlarında ciddi sorumluluk taşıyan Başbakan’a bilgi ve fikirleriyle yardımcı olması beklenenler, şayet bu fonksiyonu yerine getiremiyor, bir de maksatlı yönlendirmelerle yanlış kararlara sevk ediyorsa ciddi düşünmek gerek.Son dönemin en sıcak iki olayına bu açıdan bakalım. Birincisi Reyhanlı: 11 Mayıs’ta iki ayrı bombalı terör saldırısında 53 kişi öldü, 146 kişi yaralandı. Bombalı araçlarla düzenlenen bu saldırı, yakın tarihin en kanlı terör eylemi olarak kayda geçti. Saldırının önlenememesi büyük istihbarat zafiyetine işaret ediyordu. Kısa sürede Erdoğan’a yakın bir çevre, kamuoyuna ve tabii Başbakan’a, eylemcilerin MİT’in takibinde olduğu, gerekli bilginin polise verildiği ama polisin işini yapamadığı bilgisini verdi. Bir süredir yakın çevreye hâkim anlayışa çok uygun bir tezdi bu. Medyadaki uzantılar hemen harekete geçip, ‘camia’nın etkin olduğu öne sürülen polisin Erdoğan’ı zora düşürmek için kasten olaya seyirci kaldığı analizini duyurmaya başladı. Çare, tüm istihbaratı MİT çatısında toplamaktı. İlçe Emniyet Müdürü hemen görevden alındı, inceleme başlatıldı.Ne çıktığını ise Habertürk’ün önceki günkü haberinden okuyalım: Failler, nisan başından olay gününe kadar MİT tarafından canlı olarak dinlenmiş; bomba konulacak araçların satın alınması, zula bölümlerinin yapılması, patlayıcıların yerleştirilmesinin tespit edilmiş olmasına rağmen MİT Hatay Bölge Müdürlüğü’nün bu kritik bilgileri Emniyet, Jandarma ve Hükümet kanadıyla paylaşmadığı anlaşıldı ve MİT Bölge Müdürü H.D. görevden alındı.İkincisi Gezi olayı: Erdoğan’ın yanındaki kadro olayı doğru okusa Gezi Parkı hassasiyetinin marjinal gruplarla sınırlı olmadığını, Sibel Eraslan, Nihal Bengisu, Cihan Aktaş, Fatma Barbarosoğlu, Bekir Ağrıdır, Emine Uçak, Ahmet Turan Alkan, Dücane Cündioğlu, Deniz Ülke Arıboğan gibi, bir kısmı akiller heyetine Başbakan tarafından seçilmiş isimleri de içerdiğini anlatırdı. Erdoğan da bu bilgiyle kesinlikle farklı yol izler, oradaki insanlara “çapulcu” demezdi. Polise sert müdahale emri vermek yerine eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın dediği gibi bir kuru pasta ile mesele halledilebilirdi. Hâlbuki başta Erdoğan’ı doğru bilgilendiremeyen yakın bir çevre, sonra da AK Parti’nin ilk günden beri başını en çok ağrıtan komplocu yaklaşımı öne çıkardı. Aynı çevre, çadırları yakıp sert müdahale etmekle suçladığı polis üzerinden bu olayda da Erdoğan’a ‘camia’yı hedef gösterdi.Büyük olaylar başlamadan, 31 Mayıs Cuma günü 6. İdari Mahkemesi Gezi’yle ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Herkes, bunu Hükümet’e manevra imkânı sunan altın fırsat olarak gördü. Erdoğan’ın bunu değerlendirmek yerine yargıya yüklenmesi hâlâ soru işareti. Acaba yakın çevre Başbakan’a, bu kararı da “camianın meydan okuması” diye mi sundu?Ülke için vahim ve üzerinde düşünülmesi gereken bir tablo bu. Gerçeği çarpıtan bu yönlendirmeleri yapanlar kim ise korkarım bunlar hem Erdoğan’ın hem ülkenin geleceğiyle oynuyor.
↧