“Hükümet” yerine “devlet” tabirini başlıkta bilinçli olarak kullandım. Barış süreci, hükümetin değil, devletin eseri.Farkı belirtelim: Barış süreci, kendi âlî menfaatlerini koruma refleksiyle hareket eden köklü devlet geleneğinin ve aklının ürünü. AK Parti Hükümeti, eline geçirdiği devlet iktidarının zekâtını öderken, büyük cesaretle üstlendiği “çözüm iradesi”ni bir fırsata dönüştürmeye gayret ediyor. Kararlar MGK’da alındı; “establishment”tan hiçbir itiraz gelmedi. Tersine işin çok sıkı tutulduğu, PKK’nın çiğ provokasyonlarına rağmen güvenlik güçlerinin gösterdiği Yunus sabrından belli. Çözümü baltalayacak ölçüde silah teşhir ediliyor, tehditler savruluyor. Devlet, kaya gibi olduğu yerde duruyor. Bu tür durumlarda devlet mekanizması “devlet aheste gerektir carî” kavlince yavaş işler. Kendisini kurallarla, hukukla ve verdiği sözlerle bağlayan Devlet’in bu kadar kritik bir konuda, öngörülemeyen bir adım atmasını kimse beklememeli. Birinci aşamada Devlet sınırlarını zorlayarak verdiği sözü tuttu ve tutmaya devam ediyor: Sınır dışına çekilen silahlı PKK’lıları görmezden geliyor. Yol kontrolü yapan, sağda solda kalabalık yanında silahla görünen PKK’lılar, bu Birinci Aşama’da verilen sözü istismar etmiş ve devletin sabrını zorlamış oluyor. Ancak bütün bu itici görüntülerin “geçici” olduğunu her kesimin anlaması lazım. PKK “silah bırakma” karşılığı, asıl beklediklerine kavuşacağı İkinci Aşama’ya geçecek. Silahı olmayan ve şiddete başvurmayan bir PKK, paralel devlet oluşturamaz. Neden? Çünkü “zor kullanma yeteneği” bulunmayan bir güç, paralel devlet iddiasında bulunamaz. Geçiş evresinde göze çarpan manzaralara takılanların ve mevcut şartları veri kabul edenlerin, bu durumu kavraması çok zor. PKK, şiddetten vazgeçiyor. Sürecin işleyebilmesinin ve çözüme ulaşmanın olmazsa olmaz şartı bu. Yol kontrolü yapan, insanları tehdit eden, adam kaçıran bir PKK artık olamayacak. Olursa? O zaman PKK, üstüne düşeni yapmamış ve barıştan vazgeçmiş olacak. Bu durumda Devlet de üzerine düşeni, yani gereğini elbette yapacak? Yani? Kaldığımız yerden eski hesap devam edecek?Süreci eleştirenlerin ve sürece karşı çıkanların önüne bir soru koyalım. Bugün süreç akamete uğrasa ve şiddet yeniden başlasa, hatta 2012 yazında olduğu gibi PKK “halk savaşı”nı daha geniş bir cepheye yaysa, şiddetin yeniden başladığı noktada, çözüm için harcanan o kadar çaba kimin hanesinde avantaj olarak duracak? En önemlisi, şiddetin yeniden başladığı gün Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü ne durumda olacak? Bu soruya verilebilecek sağduyulu cevabın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt vatandaşları nezdinde kazandığı ilave meşruiyeti göz ardı etmemesi lâzım. Yeniden başlayan şiddet, PKK’nın kitle tabanının temmuz güneşi görmüş kar gibi erimesine yol açar. Peki Devlet’in kaybı ne olur?Türkiye bölgesinde yalnızlaşıyor. Mısır konusunda ABD’nin, Rusya’nın, İsrail’in ve Arabistan’ın aynı formülde buluşması, altımızdaki halının çekildiğini gösteriyor. Hızla değişen bu dengelerin yeni bir fırsat alanı açtığını düşünen ve Barış Süreci’ni saboteye kalkan PKK’lı şahinleri cesaretlendirmiştir. Ancak, siyaseti ateş çemberinin içinde pişe pişe öğrenen Kürtler, Türkiye’nin altından çekilen halının kendileri için de bir zemin kaybı olduğunu görüyorlar. Bugünün Arap dünyası, 1916’da İngilizlerle ve Fransızlarla yaptıkları işbirliğinin bedelini ödeye ödeye bitiremedi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gelmekte olan fırtınayı evinin içini düzene sokarak karşılamaya çalışıyor. Sürecin akamete uğraması önce Kürtlerin kaybetmesi demek. Devletin sağlam duruşu, büyük ölçüde bu kader birliği öngörüsüne dayanıyor. m.turkone@zaman.com.tr
↧