Önceki köşe yazımda, görünüşe göre Türk siyasetçilerle kanaat önderlerinin Batı’ya fırça atmaya yönelik kasti kampanya yürütmesini, bir türlü anlayamadığımı ve hayretle karşıladığımı ifade etmiştim.Gün geçmiyor ki, bir bakan ya da köşe yazarı, Batılı liderler ile gazetecileri aynı sepete koyup Mısır’daki askeri darbe ve müteakip kanlı sürece dair ikiyüzlülükle suçlamasın. Ne ABD ile Avrupa ne de hükümetler ile medya arasında bir ayrım güdülüyor.Geçmişte olduğu gibi şimdi de Avrupalı habisliği ve genelde felakete yol açan ABD’nin bölgeye müdahalelerine şüpheyle bakma yönünde köklü ve popüler bir geleneği olan bir ülkede, Batı karşıtı hislerin hâlâ güçlü olmasına şaşıyor değilim. Beni hayrete düşüren, bu kadar çok eğitimli Türk’ün, Ortadoğu ve Asya’nın hemen her yerinde rastlanan, Batı dünyasına karşı basmakalıp görüşler silsilesi olan oksidentalizmin ilkel ve kaba biçiminden kopmayı ne becerebilmesi ne de istemesi. Bu terim, merhum Edward Said’in türettiği, Batı’nın Doğu’ya dair klişelerle dolu imgelemini niteleyen oryantalizmin ters yönden işleyeni.Son 10 yılda haklı olarak ziyadesiyle özgüven kazanan bir ülkede yaşayan Türkler, dünyayı sadece siyah-beyaz betimleyen, nüansa yer bırakmayan ve temelde önyargı ve cahilliğin güdümünde bir ruh halini yansıtan bu düşünüş biçimine niye hâlâ başvurur? Suat Kınıklıoğlu’nun Türk hükümetinin Gezi Parkı protestolarını anlamlandırmak için (genellikle oksidental zihniyetin ayrılmaz parçası olan) komplo teorilerine başvurmasına açıklama getirmeye çalıştığı son köşe yazılarından birine tümüyle katılıyorum: “Komplo arayan düşünüş tarzına en büyük itirazım, özgüvenden yoksun olması. Beni rahatsız eden, acizlikten kaynaklanan olumsuzluk havası.”Bu, Obama yönetiminin Mısır krizini ele alışını sert biçimde eleştirmek için sebep olmadığı anlamına gelmiyor. Washington’ın Mısır’a para yollamaya devam edebilmek için darbeye ‘darbe’ dememesi kesinlikle yanlış. Harvard hukuk profesörü Noah Feldman, buna “devekuşunun hukuk teorisi” diyor. Feldman’a göre, “ABD Dışişleri Bakanlığı’nın avukatları, Başkan’ın başını kuma gömebileceği, Mısır’da olan bitenlerin gerçekliğini görmezden gelebileceği ve çekleri imzalamaya devam edebileceği sonucuna vardı.” ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de, Mısır ordusunun seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi devirerek “demokrasiyi yeniden tesis ettiğine” dair kamuoyuna açıklama yapıp, hasarın üzerine bir de hakaret ekledi.Peki, ‘Batı’nın genel kabul gören tepkisi bu mudur? Hayır, değil. AB de başta darbeyi kınamayarak aynı hatayı yaptı, ama sonrasında Brüksel, Kahire’deki siyasi kilitlenmeden çıkış yolu bulmaya yönelik ciddi çabalara müdahil oldu ve kaos ile şiddete daha da çok batılmasını önledi. Bu vesileyle ortaya çıktı ki, Mursi’nin Haziran 2012’de seçilmesinden beri, AB, Mursi’nin seçimin galibi olarak tanınması için AB’deki tüm taraflarla perde arkasında çalışma yürütmüş ve darbenin hemen öncesinde de bir uzlaşı formülü bulmaya çok yaklaşmış. Avrupa’nın bu diplomatik gayretlerini memnuniyetle karşılamak Ankara’ya niye bu kadar zor geliyor? Niye bunları ABD’nin vahim gafletiyle bir tutuyor?Beni asıl çarpan, Türkiye’de, Batı medyasına ve medyanın güya Mısır’da olup bitenlere kayıtsızlığına dönük eleştiriler. Bunu söylediğim için üzgünüm, ama söz konusu iddialarda bulunanlar ya neden bahsettiklerini bilmiyor ya önyargılar gözlerini kör etmiş ya da sadece CNN izliyor. New York Times’ın takdire şayan haberlerini okumamışlar mı? Foreign Policy ve Foreign Affairs’deki dört dörtlük ve gayet eleştirel analizleri, Bloomberg haber ajansının ABD hükümetine yardımı hemen kesmesi çağrısını veya Economist dergisinin bu haftaki başyazısının, önce darbeyi, şimdi de silahsız sivillerin öldürülmesini eleştirmekten geri durdukları için ABD ile Avrupa’ya çatışını kaçırmışlar mı? Batı’da medya, hükümetlerin ikiyüzlülük ve çifte standartla suçlanmasının en ön safında yer aldı.Bu, net ayrımlar yapmaksızın ‘Batı’nın suçlanmasının, hem akılsızlık hem de umutsuz biçimde eski kafalılık olduğuna en iyi kanıtı teşkil ediyor.
↧