Eskiden çok daha değerliydi kâğıt... Gerçi ilerleyen yıllarda çok daha değerli olacaktır ya neyse. Öyle hemen kullanılıp hurdaya çıkarılmazdı. Genellikle öteberi için paket yapılırdı, şimdilerde pek yok.Onun yerine ölümüne preslenmiş zar gibi ince ve adına ‘poşet’ denen kıyamet alametleri dolaşıyor insanların ellerinde. Nasıl olduysa, küçük bir kuruyemişçiden aldığım paketin eski gazeteden yapıldığını görmek beni memnun etti bu nedenle. Sadece maziye uzanmamı sağlamadı, aynı zamanda büyük bir merakla -bu da eski bir alışkanlıktır- üzerindeki haber ve yorumları okumaya başladım. Merhum Necip Fazıl’ın ‘Takvimdeki Deniz’ şiirinde olduğu gibi, sahicileşen bir fotoğraf ile geçmişe; ilk gençlik yıllarımın başlangıcına döndüm. Bir ilkokul fotoğrafıydı paketlenmiş gazete sayfasında duran. Saçları epey kabarık bir erkek öğretmen, önüne kattığı 10 kadar öğrenci ile okulun dış merdiveninde poz vermişti. Kim bilir, o çocuklar şimdi nerede, ne yapıyorlardı? Bu merak ve mübarek Ramazan’ın sükunetinin de etkisiyle eski resim albümlerimi çıkardım birer birer. Çocukluğumun geçtiği kavurucu ve yorgun şehir hatıraları canlandı birer birer. Siyasetin azgın ve insafsız olarak memleketi esir alıp, kardeşi kardeşe alçakça katlettirdiği zalim bir dönem…Sanırım ilk toplu fotoğrafı ilkokuldan kalıyor insanın. Yokluğun eşitlediği hırpani kılıklı bir dolu çocuk. Öğretmenimize dikkat kesildim ve o anda acı gerçeği kavradım. Benim kuşağım öylesine bahtsızdı ki, çocukluk ve gençlik albümlerimde yer alan pek çok arkadaşım, öğretmenim bugün hayatta değildi maalesef. Şüphesiz her ölüm erken, şairin dediği gibi ancak, bu kadar çok kayıp bana normal gelmedi. İlk fotoğraftaki öğretmenimiz mesela. Bizzat liseli öğrenciler tarafından daracık bir sokakta katledilmişti. Hemen yanındaki duvara da, onu katleden ideoloji slogan yazmıştı. Çok geçmedi, aynı duvardaki slogan değiştirildi zira öğretmenimizin kanı için -eminim- hiç tanımadığı başka birinin kanı akıtılmıştı, intikam alınmıştı!Sloganların ve öfkelerin tutsak aldığı bir gençlikti bizimkisi. Klişeler ve yalanlarla etki altına almak kolaydı bizi. Ve bol bol yalancı yarın. Mel’anet en çok yarını kullanarak köleleştirmişti bizi. Hep mutlu bir yarın vaat ederek o günü bırakınız yaşamayı, cehenneme çevirmeyi makul ve meşru gösteriyordu. Tuhaf bir kan davası güdülüyordu o dönem. Biri diğerini öldürdüğü zaman, devlet eğer yakalayabiliyorsa cezalandırıyordu katili ama önemli değildi bu. Skor olarak bakıyordu ideolojiler insanlara, dolayısıyla ‘bir bizden bir onlardan’ mantığı yıllarca geçerli oldu. O kadar ki, tüm bu hazin manzarayı daha hazin ve kanlı bir harekâtla bastıranlar da, gençleri asarken, ‘bir ordan, bir burdan’ mantığıyla uyguladılar infazları. Albümlerde masum görünüyor insanlar, belki de gerçekten masumlar ve kendi ürettiğimiz dünyevi değersizlikler bizi canavarlaştırıyor, bilemiyorum. İlk ve ortaokul albümümde bir elin sayısından fazla arkadaşım teröre kurban gitmesine rağmen, hiçbiri öyle görünmedi bana. Sınıfın kapısını tutup, ‘bugün boykot ve bilinçlendirme var’ diyen propagandacı çocuk da, okul kapısı önünde ‘faşistler giremez’ yazısıyla elinde sopa bekleyen militan arkadaşım da bana hiç ürkütücü gelmemişti. Ama ölüm, tüm sahte masumiyetleri tek üfleyişte havaya savuruyor maalesef.Nedendir bilmem, bu mana dolu günlerde bir sıkıntı var toplu hatıra fotoğraflarımızda. Malum, park meselesinden sonra açılan yeni uçurumlar, derin ve güçlü akan nehirler hızla ayırıyor ve bölüştürüyor toplumu. Üzerimizdeki bu kasvet ve mel’anet örtüsünü yırtıp atmak gerekiyor. Bugünün albümlerine gelecekte bakanlar, derin bir eksiklik hissiyle iç burkuntusu yaşamasın hiç olmazsa…
↧