Bu yazının Ramazan ayı başlarında yayınlanması belki daha münasip olurdu ama sonunu tercih ettim; çünkü bayramın ve bayram atmosferinin 30 gün boyunca tuttuğumuz orucun farkında olsak da olmasak da maddi ve manevi hasselerimiz üzerinde icra ettiği tesirin bu yazıdaki değerlendirmeleri idrak adına daha uygun bir zemin olacağını düşündüm.Yaygın kullanımı ile özgürlük dediğimiz hürriyet bu sahada çalışan felsefecilerin verdiği bilgilere göre tarifi üzerinde anlaşılamayan bir kavramdır. Yüzlerce tarifi vardır hürriyetin. Ansiklopedilerden yapacağınız kısa bir okuma, arama motorlarına ayıracağınız bir beş-on dakika bunu ispata yeter. İşin felsefi yanı bir tarafa, İslamî zaviyeden özgürlüğün tarifi ana hatları ile alabildiğine nettir. Sınırları kalın hatlarla çizilidir. Nedir bu ana hatları ve sınırları çizilmiş çerçeve?Öncelikle ikiye ayırabiliriz hürriyeti. Birinci; kişinin iç dünyasını ilgilendiren irade hürriyeti; ikincisi toplumsal alanda davranışlarını alakadar eden sosyal hürriyet. İlkinde Yüce Yaratıcı’ya inanıp inanmama, emir ve yasaklarına uyup uymamadaki serbestiyettir. “Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” (Kehf, 29), “Onların üzerinde zorlayıcı değilsin” (Gasiye, 22), “Gerçek şu ki, sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete erdirir” (Kasas, 56) ve benzeri birçok ayet bunu ispat eder. Bu manada “hürriyet zaruretin zıddıdır.” Bediüzzaman Hazretleri bunu ifade ederken “akla kapı açar ama ihtiyarı elden almaz” der ki zaten literatürde bu manadaki irade hürriyeti ‘ihtiyar’ kavramı ile ifade edilir.İkinciye gelince; sosyal hayattaki hürriyet ilkinden bütün bütün bağımsız değildir. İbadetten muamelata uzanan çizgide Müslüman toplumsal hayattaki davranışlarını hür iradesi ile belirleme hürriyetine sahiptir. Zorlama, baskı, şiddet uygulama söz konusu değildir genel geçer İslamî kurallara göre. Müslüman kendi hayat yolunu, hayat felsefesini, yaşama tarzını kendi belirler; elverir ki bunu yaparken başkalarının hürriyet alanına tecavüz etmesin; elverir ki hayatı yaşanmaz hale getirecek üst iradenin belirlediği sınırların dışına taşmasın. “De ki; “Ey İnsanlar, şüphesiz size Rabbi’nizden hak gelmiştir. Kim hidayeti bulursa ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur. Kim saparsa, o da kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (sadece tebliğ ile memurum).” (Yunus, 108), “Rabbi’nin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır, onlara karşı en güzel bir yolla mücadele et.” (Nahl, 125) ayetleri ve baştan sona Efendimiz’in (sas) hayat-ı seniyyeleri sosyal hürriyet dediğimiz ikinci kısmın temel dayanaklarıdır.Bu temel bilgilerden sonra oruç hem iradî hem de sosyal manada hür olduğumuzu bize hatırlatan bir ibadettir. Şöyle düşünelim; yeme ve yememe, yapma ve yapmamayı tercih aşamasında bizi engelleyen dahilî ve haricî hiçbir faktör olmamasına rağmen yememeyi, yapmamayı tercih etme hürriyetin en büyük göstergesi değil midir?Sözün geldiği bu aşamada; “iyi ama oruç Allah’ın emri” diyeceksiniz? Evet; oruç O’nun emri ama o emri uygulayıp uygulamama iradesini elimizden almamış Allah. Sadece içinde maddi manevi bin bir hikmet gizli olan bir ameliyeyi ibadet olarak vaz’ etmiş. Hepsi o kadar. Sonrası bizim irademize, ihtiyarımıza bırakılmış.Bu açıdan denebilir ki oruç gibi zahirî açıdan bakıldığında oldukça zor ve külfetli bir ibadeti kendi irade ve ihtiyarı ile yerine getiren bir Müslüman, özgürlüğün hazzını tadan insandır. Mühim olan bu tadın, sadece Ramazan’a has kalmaması; senenin diğer günlerinde de kendini göstermesidir.Oruç bize bizden daha yakın olan Allah ile yakınlığımızı artırma adına müthiş fırsatlar sundu. Ramazan sonrası fıtratımızda var olan Yakın’a daha yakın olmayı geliştirmek bizim işimiz. Rabb’im niyetlerimize, niyetlerimizdeki derinliğe göre muamele buyursun. Bizim liyakatımızı değil, Kendi Rahmaniyet ve Rahimiyetini esas alsın bize bakarken.Ramazan Bayramı’nın tüm insanlığa hayırlar ve bereketler getirmesi duasıyla...
↧