Türkiye’de askeri darbeler ezilenleri değil, ezenleri, sermayeyi ve uluslararası düzeni kayırmak için yapıldı. İçinde milli ve yerli bir duruş yoktur. Belli bir zümre çıkarı için tespit edilmiş geleceği ve buna göre kurulmuş olan haksız düzeni korumak adına her on senede bir sistem bidayetteki fabrika ayarlarına döndürülmüştür. Türkiye’de hükümetlerin, millet iradesinin ayağına pranga vurulmuş, bütün krizler ve soyguncu IMF anlaşmaları, koalisyonlarla tetiklenen ve darbe ile biten bu ortamda icra edilmiştir. En vahimi de darbe vasatını oluşturmak için sokakları kan gölüne çevirmekten, nesli birbirine düşman yapıp kırdırmaktan, toplumu kin ve nefret odaklı ayrıştırmaktan, az sayıda yetişmiş aydını bu kavganın katalizörü olarak kullanıp gök ekini biçer gibi acımadan doğramış olmasıdır. Özal vari kişiler şahsi gayretlerle bu cendereyi gevşetmeyi denemişlerse de ne kendilerinin ne de yaptıklarının ömrü uzun olmuştur. 1993 ile bir kez daha zıvanadan çıkan süreç, artık yeni bir darbe ile sistemin fabrika ayarlarına döndürülmesini amaçlamıştır. Türkiye o karanlık ortamda oluşturulan kıvam ile ‘28 Şubat süreci’ ile beraber darbe sath-ı mailine sokulmuştur. 1997-2001 tarihleri arasında asker-büyük sermaye-bürokrat-medya-yargı-üniversite tezgahında ülke iliklerine kadar sömürüldü. Kriz sonrasındaki Kemal Derviş reformları, AB üyelik gündemi, güçlü tek parti iktidarı, muktedir liderlik, beraberinde gelen istikrar ve uygun dünya konjonktüründe yeniden silkinmeye başlayınca, post-modern darbenin sonuç vermediğinden yola çıkarak kalıcı bir Balyoz olarak milletin ufkuna inmek üzere yeniden saklandıkları yerden çıktılar. Belli ki bu sefer işi kökten halledeceklerdi. Ancak dünyayı okuyamadılar. AK Parti’nin Milli Görüş çizgisi yerine dünyaya açık, demokratik duruş sergilemesi, kirli devletle işbirliğinden uzak durması, bin bir suratlı Ulusalcı-Ergenekon taifesini ters ayak üzerinde bıraktı. AK Parti’nin sağlam stratejisi onları mecburen kanat değiştirip, Avrasyacı, İrancı, Doğucu yaptı. Mecelle hükmüne göre hukukta ‘Berâet-i zimmet asıldır.’ Yani suçu ispatlanana kadar herkes suçsuzdur. Ancak söz konusu erken kalkanın darbe yaptığı, sicili bozuk ordu ise bu geçerli bile değildir. Nitekim, bugün artık Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) ifadesi, ‘iddia edilen’ değil, yargı tarafından ispat edilen bir gerçektir. Zaten en büyük merci olan millet vicdanında bu böylece tescillenmiştir. Referandumdaki ‘evet’ ile ardından gelen seçimdeki güçlü destek bunun içindi. Bu aşamadan sonra olayın Ankara koridorlarında kirli pazarlıklara kurban edilmesi imkansızdır. Açıklanan mahkeme kararları milyonlarca mağdur mazlumun ahının yerde kalmadığını göstermiştir. Yargısız infaz zulümlerine karşı adalet! Eğer varsa, kurunun yanında yaşın yanmaması ise hukukun temel ödevidir. Bu vesile ile mücadelenin kahramanlarına teşekkür etmeliyiz. İlk teşekkür kandan irinden deryalar geçerek bu yola baş koyan Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekibinindir. İkinci olarak milletimize kurulan büyük tezgahı deşifre eden vatansever isimsiz kadrolara teşekkür ederim. Bunlar, her sabah çocukları ve eşiyle helalleşerek kellesini koltuğunun altına alan yiğitlerdir. Bu meyanda Zekeriya Öz’ün şahsında sembolleşen hukukçulara minnet borçluyuz. Ergenekon ile mücadeleye devam etmek yerine, bu nesli ve kurumlarını çil yavrusu gibi dağıtanlar, referandumda tecelli eden millet iradesini iğdiş edenler, geriye adım atıp, dostla düşmanı karıştıranlar bindikleri dalı kesmiş olurlar. Kurtla kuzu dost olmaz.
↧