Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı 28 kütüphanede toplam 170 bin 28 cilt yazma eser olduğunu herhalde çok azımız bilir.Bu rakama, Milli Kütüphane’deki 25 bin, müzelerimizdeki 30 bin eseri ve diğer kurumlarla şahıslarda bulunanları da eklersek 300 bin cildin üzerinde yazma eser asırlardır bizlerle tanışmak için bekliyor. Kaldı ki her bir cildin birden fazla eseri ihtiva ettiği düşünülürse en az 600 bin kitap bizlerden alacaklı demektir. Nasıl vereceğiz haklarını? Bu iş, Twitter’da takipçileriyle övünmeye benzemiyor ki! Doğrusunu söylemek gerekirse pek çok padişah koleksiyonunun, 80 bin yazma, 60 bin basma eserin, ayrıca levha ve fermanların bulunduğu Süleymaniye Kütüphanesi’ne giderken ben de sadece ilk 20 bin eserin altı ayda tamamlanan kataloglama çalışmaları hakkında bilgileneceğimi sanıyordum. Biraz araştırınca gördüm ki el yazması kitap kavramı hakkında bile çok cahilmişim.ASLINDA işe Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Ömer Kuzgun ve Bölge Müdürü Emir Eş ile konuşarak başlamak istedim. Ancak kendileri beni muhatap almaktan kaçındılar. Acaba kütüphanedeki yazma ve basma eserlerden kaç bin tanesini kurtların ve farelerin kemirdiğini, pencerelerden içeriye sızan yağmur sularıyla ne kadarının bitik halde bulunduğunu sorarım diye mi korktular bilmiyorum. Öyle ya durup dururken neden kendilerini sıkıntıya soksunlar! Halbuki benim niyetim bağcıyı dövmek değil üzüm yemekti. Sonradan anladım ki meğer yeni arşiv sisteminin basına tanıtılmasına hazırlanıyorlarmış. Bundan dahi bahsedip davet etmedikleri için haberi ancak gazetelerde yayınlandığında görebildim. Dolayısıyla işin bu boyutuna girmektense, kataloglamayı yapan Remak Belge Bilgi Yönetim Danışmanlığı şirketinin elemanlarıyla konuşarak öğrendiğim bilgileri paylaşıyorum:ÖNCELİKLE müellif isminin tam tespiti yapıldı ki bu sandığımız kadar kolay bir iş değildi. Çünkü günümüzdeki gibi bir ad ve soyaddan değil çok sayıda kelimeden oluşan bir künye söz konusuydu. Biri eksik ya da yanlış yazıldığında müellifle beraber eser de kayıp sanılıyordu. BAZI müellifler alçakgönüllülüklerinden dolayı isimlerini yazmaktan kaçınıyordu. Çünkü eski insanlar bizlerden farklı olarak övünmeyi sevmiyorlardı. İsmini belirten müellifler de ilk önce kendisini hakir ve zelil görüyorlar ve bu eseri neden yazdıklarına dair utangaç açıklamalarda bulunuyorlardı. Bunca alim varken cahillik edip kaleme sarıldıklarından dolayı adeta özür diliyorlar, bunu dostların ricasıyla yaptıklarını yoksa böyle bir niyete ve ilme sahip olmadıklarını kaydediyorlar ve eserlerine besmele hamdele ve salvele ile başlıyorlardı. HER eserin sayfa ve satır sayıları ile sütunların tespiti yapıldı. Kağıdın özellikleri, restorasyona ihtiyaç olup olmadığı ve eserin müstensihinin kim olduğu belirtildi. Müstensih eseri kopyalayan demekti. Beni çok duygulandıran, eski kütüphanelerimizde görevli olan bu müstensihlerin, okunmak için alınan her kitabı olur ya geri getirmezler, kaybolur diye yeniden yazarak kütüphanenin eksilmesini önlemeleri oldu. TELİF eser ne zaman yazılmış ve müstensih o kitabı ne zaman kopya etmişse hicri ve miladi olarak tarihi verildi. Eser matbaa baskısı ise yine baskı tarihi miladi ve hicri olarak, basım yeri, basım evi, varsa mütercimiyle beraber kataloglamada gösterildi.ESERLERİN yazı türü nesih midir, rika mıdır, divani midir belirtildikten sonra Türkçenin dışında Arapça, Farsça kısımlar da bulunuyor mu diye araştırıldı. Yararlanılan kaynak eserlerin isimleri, cilt ve sahife numaraları konuldu. Ayrıca konusuna kısaca değinildi, başından ve sonundan bir kısmı kataloglara işlendi. ESKİ kitapların günümüzdekilerden belki de en önemli farkı temellük kayıtlarıydı. Bu kayıtlarda kitabın ait olduğu şahısların künyeleri geçerdi. Böylece bir eserin sahiplerini takip ederek yaptığı yolculukları da takip edebiliyorduk. Diyelim ki, kitabı İstanbul’da alan kişi Anadolu’ya vali olarak atanırken kitabı yanında götürdü ve sonra onu orada sattı. Satın alan şahıs bu alışverişin kaydını düşüyordu. Sonraki el değiştirmelerde de aynı işlem tekrarlanıyordu. Kataloglama yapılırken bir kitap kaç kişiden geçmişse hepsinin isimleri not ediliyordu. Bir kitabın üzerinde 74 mühür bulunduğu bile olmuştu. Bir kitabın 74 sahibi! İnsanların kitapları değil de kitapların insanları! Çekilebilse kimbilir ne kadar heyecanlı bir film olurdu.ESKİ eserlerde kağıdın boş kısımlarına doğumlar, ölümler, padişahın sefere çıkması, ordunun zafer kazanması gibi o güne dair önemli olaylar not düşülüyordu. Kağıt daha çok ilmi eserler için kullanıldığından, kitaplar aynı zamanda defter yerine geçiyordu. Özellikle kitabın sonunda boş bir sayfa varsa, okur o kısmı şiir, fıkra veya başka bir eserden pasajlarla dolduruyordu.BİR kitabın içinde risale olarak adlandırılan çok farklı eserler de olabiliyordu. Eski zamanlarda yaşasaydık, bir hattata gidecek ve bana şu, şu, şu risaleleri yaz diyecek, hepsini bir ciltte toplayarak kendi derleme kitabımızı oluşturabilecektik. Düşünebiliyor musunuz, bir kitabın içinde 130 kitap olabiliyordu. Bu sayede bazı orijinal kitaplar kaybolmaktan kurtulmuştu. Müellif nüshası günümüze ulaşmayan birçok eserin istinsah nüshaları yaşıyordu.Gizli kahramanlar ÜÇ ay önce başlayan kataloglama projesinde 100’ün üzerinde kendi dallarında uzman hoca görev aldı. Sahhaflar Şeyhizade Esad Efendi ve Nuruosmaniye koleksiyonlarının tarandığı bu projede Beyrut’tan bu işlerin piri bir yazma eser uzmanı büyük katkı sağladı. Projenin bitiminde herkes esas görev yaptığı kurumlara döndü. Geriye yapılanları tekrar gözden geçirmek üzere dört kişi aldı. Üçüyle görüşmek imkanı buldum ki, onların şahsında bu işlere emek veren tüm uzmanları gizli kahramanlarımız olarak gördüğümü ve hepsine teşekkür borçlu olduğumuzu belirtmek isterim.İrfan Akça: İlahiyat ve tarih okudu. Çok küçük yaşlarda özel Arapça ve Osmanlıca dersleri aldı. Osmanlı Türkçesiyle yazılmış 3 bini aşkın eserden oluşan bir koleksiyonu var. Bu eserleri okurken, bilmediği kelimeleri not etme alışkanlığıyla, hacmi günümüz sözlüklerinin katbekat üstünde bir sözlük oluşturdu. Osmanlıca öğrenmek isteyenlerin işini kolaylaştırmak amacıyla Arap harfleri madde başı olmak kaydıyla bu sözlük çalışması devam ediyor. Genç yaşında bütün enerjisini bu işe nasıl aşkla harcadığını görünce, sözlükte adanmışlık kelimesinin karşısına onun adını yazmak istedim. Metin Zengin: Üniversitede fizik okudu. İstanbul İlahiyat’ta İslam tarihi bölümünde yüksek lisans yapıyor. Özel olarak Arapça ve Osmanlıca eğitimi aldı. İslam alimlerince yapılan çalışmalar üzerine ihtisas yapmak istediğinden bu proje tam ona göreydi. Çalışmalar sırasında fizik, matematik ve astronomiyle ilgili olarak hiç ismi duyulmamış olan alimlerin eserleriyle tanışmayı büyük bir şans olarak görüyor. Onu diğer fen bilimleri öğrencilerine müthiş bir örnek olarak gösteriyorum.Adile Özgünay: Boğaziçi Üniversitesi Tarih mezunu. Okurken Osmanlı arşivinde çalışmak hayali vardı. Süleymaniye Kütüphanesi gibi zengin bir kütüphanede çalışmayı iş olarak değil, eğitiminin devamı olarak görüyor. Çünkü burada çok şey öğreniyor. İşe başlamadan önce direkt eserlere dokunarak çalışacağını düşünmüştü ama onları dijital ortamda görmek bile ona heyecan verdi. Darısı diğer tarih öğrencilerinin başına.Bize çılgın bir proje gerekEL yazması eserleri okuyabilmek için sadece Osmanlıca, Arapça, Farsça bilmek yetmiyor. Fizik, matematik, tıp, biyoloji, ilahiyat alanındaki eserleri çözebilmenin yolu, öncelikle bu ilimlere ait ıstılahlara vâkıf olmaktan geçiyor.Ne yazık ki yazma eserleri değerlendirebilecek çok az uzmanımız var. Yabancılar, bizim gizli hazinemizle bizden daha fazla ilgileniyor. Amerika’dan, İngiltere’den, İtalya’dan, hatta Japonya’dan gelip burada araştırma yapanlar var. AB’nin el yazması felsefi eserleri tarayan bir projesi halen devam etmekte. TAMAM, köprülere, kanallara itirazımız yok da asıl bu konularda çılgın bir proje geliştirip bu eserleri tercüme edecek şahısları özel olarak yetiştirmek lazım. Çünkü ilahiyatçı fizikten, matematikçi edebiyattan anlamaz. Hem sosyal bilimlerde hem de pozitif bilimlerde kariyer yapmış insanlarımızı Osmanlıca hatta Arapça ve Farsça öğrenmeye teşvik etmezsek bin yıl geçse de geçmişimizden haberimiz olmayacak. Mazisi olmayanın atisi olur mu? Neden bu konuda özel bir okul açmıyoruz? Yeni bir havaalanı yapmaktan daha mı zor?Ücret alınmasa ne olur?İLK kataloglama 2. Abdühamid zamanında yapıldı. Daha sonra çeşitli zamanlarda yenilendiyse de günümüz şartlarında çok eksik ve hatalı çalışmalar oldu. 2013’deyiz ama tüm eski eserlerimizin tamir edilmesi ve dijital ortama geçirilmesi işi bile tamamlanmadı. Süleymaniye’de eserlerin önemli bir kısmı dijital ortama geçirildi ama bunların çoğu görüntü kalitesi kötü mikrofilmler halinde. Çağdaş teknolojiyle yenilenmesi ve derhal internet ortamında gösterilmesi lazım. Sanki çok ilgilenen varmış gibi, neden saklıyorlar anlayan varsa beri gelsin.BU eserlerin çoğu vakfedildiğinden ahde vefaya uyup ücretsiz faydalandırılmalı. Ne yazık ki dijital ortamda çoğaltmak isteyenler sahife başına 50 kuruş ödemek zorundalar. Diyelim Fuzuli Divan’ını tahkikli neşir yapacağım. Bütün yazma nüshalarını alıp karşılaştırmam lazım. Hangileri var, hangileri yok, hangileri Fuzuli’ye ait? Hepsini tarayacağım. Sırf Süleymaniye’de 50 tane Fuzuli’ye ait divan var. Her biri 200 sayfa. Aynı divanın farklı insanlar tarafından yazılmış versiyonları. Bazen bu divanlarda üç beş şiir farklı olabiliyor. Çünkü vaktiyle arzuya bağlı olarak derlenmiş. Fuzuli’nin bir beytinin altına başkasına ait olan beyitler de yazılabiliyor. Ben neşretmek için böyle 200 sayfalık divanlardan 50 tanesini alsam, yaklaşık 10 bin sayfa tutuyor. Sayfası 50 kuruştan 5 bin lira ödemem lazım. Hangi araştırmacının gücü buna yeter?SÖZÜN özü, zaten bir avuç olan araştırmacıların önündeki bütün engelleri kaldırın kardeşim. Siz yoksa bütün bu eserleri gün ışığına çıkartıp Türkiye’nin Cumhuriyet’ten sonra kaybettiği hafızasını geri getirmek istemiyor musunuz?
↧