“Kan ve petrol içenler” bölgeye yeniden geliyorlar galiba. Gelip Suriye’de Esed rejimini yıkacaklarmış. Gelsinler mi? Gelsinler diyorsanız ve hatta onları çağırıyorsanız, ortaklık teklif ediyorsanız, haftalardır Batı, ABD, Avrupa hakkında saydırdıklarınızı unutmaya hazır mısınız? İlkeli, ‘değer’li dediğiniz dış politika çizgisinin bu ‘ortaklık’la ‘değersiz’leştiğini söyleyenlere ne cevap vereceksiniz?İşte böyle, dış politika zor iştir. Heyecana, dolduruşa gelmez. Denetim dışı koca bir dünya vardır karşınızda ve sonu gelmez olaylar, gelişmeler. Bir yandan güç, çıkar, hegemonya arayışı vardır; öte yandan ahlak, değerler, ortaklıklar. Bazen kimlikler belirleyici olur, bazen de kimlikler inşa edilir dış politika üzerinden. Algılar yönetilir, algılar yaratılır... Vesselam zor iştir. İki faktör dış politika yapımını daha da zorlaştırır; ideoloji ve iç politik hesaplar. İdeolojik bir bakış dış politika tercihlerinde bulunurken ve öncelikleri saptarken ‘körlük’ etkisi yaratır. Olguları, aktörleri, gerçekleri olduğu gibi değil ‘ideoloji prizmanızdan’ kırıldığı gibi görürsünüz. Genel anlamda ‘yumuşak bir ideolojik bakış’tan kaçış mümkün olmayabilir, ama olguları tahrif edecek dozda bir ‘ideolojik’ duruş dış politikayı içinden çıkılmaz bir hale getirir.İdeolojiniz, ‘dünya tasavvuru’nuz doğrudur ve bunun ‘diğerleri’ tarafından da benimsenmesini istersiniz. Başka türlü ayakta kalamayacağınızı düşünürsünüz veya nüfuzunuzu yaymanın etkin yolu ideolojinizi ihraç etmek olarak görülür. Yapacağınız iş zor, fakat açıktır; dünyayı kafanızdaki tasavvura göre inşa etmek... Dolayısıyla dünyadaki statükoya meydan okursunuz, dünya sisteminin değerlerini, kurumlarını, süreç ve aktörlerini sorgularsınız.‘İdeolojik’ dış politika izleyenler bunun ‘değerler’le ilgili olduğunu söylerler hep; adil bir dünya düzeni kurulacak, sömürüye son verilecek, kaynaklar adil paylaşılacak, devletler gerçek anlamda eşit olacaktır...Ancak böylesi ‘revizyonist’ tutumunuzdan rahatsız olacaklar vardır. Onlar izlenen politikanın aslında ‘ideolojik’ değil ‘hegemonik’ olduğunu ileri sürer ve direnirler. Bu, yanlış da değildir. İdeolojik dış politika yönelimlerinin hedefi diğer ülkelerin ‘rejimleri’dir; rejimler hedeflenir, değiştirilmeye çalışılır. Sonuçta, ideolojik tasavvurlarla şekillenen dış politikanın varacağı ilk durak çatışmadır. Sistemle, bölgeyle, teker teker ülkelerle çatışma.Bunlar yapılırken ‘ideolojik körlük’ imkânlar ile hedefler arasındaki maddi uçurumu görmeyi engeller. Ülkenin kaynakları romantik, ütopik, ideolojik bir hayalin peşinde heba edilir. Sürekli çatışma hali dış politikayı zorlaştıran bir başka noktaya taşır bizi; iç politik mücadele. Dışarıda çatışan, çatıştıkça yalnızlaşan, yalnızlaştıkça içeride de zayıflayan yönetimlerin dış politikası yavaş yavaş ‘iç’e döner; ‘rejim ihracı’ politikası yerini, içte ‘rejimi muhafaza’ arayışına bırakır.Çatıştığınız, değiştirmeye çalıştığınız dünya size komplolar kurmaktadır; dört yanınız düşmanlarla çevrilidir; düşmanlarınızın içeride işbirlikçileri vardır. Savrulduğunuz komplocu ve güvenlikçi zihniyetin varacağı yer otoriter bir siyaset, disiplinli bir toplum, ceberut, denetlenemez bir devlettir.Böyle bir zihniyet için dış politika ve dış tehdit içi denetlemenin, siyasal muhalefeti susturmanın, toplumu disiplinize etmenin ‘işlevsel bir aracı’dır. ‘Dış’ politika aracılığıyla aslında ‘iç’ inşa edilmeye çalışılır.Dolayısıyla ideolojilerden ilham alan dış politika hem dışarıyla hem içeride çatışır. İlkeden, ahlaktan söz eder ama söz ettiği sadece ‘öz haklılık’tır. Hangi ‘tasavvur’ adına hareket ederse etsin etrafında herkesle kavga eden bir ülkeye ne demokrasi ne de özgürlük gelir. Kavga ve çatışmanın sonu kabartılmış bir ‘tehdit algısı’dır. Sürekli kendini tehdit altında gören, herkesin tuzaklar hazırladığını sanan bir rejim için ‘demokrasi, hukuk ve özgürlük’ öncelikli konular değildir.Velhasıl, dış politikayı dünya ile çatışmanın veya içi inşa etmenin bir aracı haline getirmeden yürütmenin bir yolunu bulsak, belki bölgeye ‘kan ve petrol içenleri’ çağırmak zorunda kalmayız.
↧