Kur’ân-ı Kerim’de hak derinde akıp giden ve gittiği her yere hayat götüren suya, bâtıl ise bu suyun üzerinde oluşan köpüğe benzetilir. Şu anda İslâm dünyası, altta akan hak suyunun üzerinde en yoğun köpüklerin oluştuğu bir dönemi yaşıyor.Köpüğün yoğunluğunun altta akan suyun coşkusuna paralel olabileceği gerçeğinin verdiği ümitlerimiz bir yana, köpüğün yoğunluğu da zaman zaman boğucu bir atmosfer oluşturmuyor değil. Benzer bir dönem 12 ve 13’üncü asırlarda yaşanmıştı. Bir yanda Moğol kasırgası, diğer yanda Haçlı seferleri, bir diğer yanda birbirleriyle savaşan emirler, melikler. Fakat beş–altı asırlık kâinatı tutmuş İslâm ağacı, maneviyat ve ilimler sahasında en parlak veya son derece parlak meyvelerini bu dönemde vermişti. Dolayısıyla, canlı İslâm medeniyeti Moğolları kendi havzasında eritiyor, Haçlılar Rönesans’ın temellerini atacak birikimle İslâm dünyasından dönüyor ve dipdiri İslâm ağacı, çok parlak Osmanlı sürgününü veriyordu.Bugün, ne hariçten gelen saldırılara göğüs gerecek Selçuklular var, ne de 12 ve 13’üncü asırların ilim ve maneviyat iklimini bulmak mümkün. Üstüne üstlük, sadece Türkiye’de, 14 asırlık İslâm tarihinde türeyen ayrık otları mesabesindeki bid’at ve dalâlet fırkalarından daha çok sayıda fırka var. İslâm’ın ilmî ve manevî ihtişam asırlarında içtihad için meselâ Hadis adına en az 100.000 rivayeti metin ve senediyle hâfızada bulundurmak şarttı; ilhama açık olmak da şartlardan biriydi. Bugün, ilham iklimine açılamadıkları için maneviyata inanmayan, Kur’ân’la alâkaları ilkokul talebelerinin ilimle alâkaları seviyesinde bile olmayan, hâfızalarında metin ve senediyle, bırakın Hadis adına en az 100.000 rivayet bulunmayı, 100 hadis bile bulunmayanlar, ilim olmaktan uzak malûmatları altında ezilip, içtihad iddia edebiliyorlar. Hazmedilmiş süt haline gelmemiş ve kaydan ibaret malûmatlarıyla halk tabanında da itibar görmeyince, kendilerini terazinin bir gözüne, büyük selef âlimlerini diğer gözüne koyup, kendilerini ağır göstermek için diğer göze koydukları âlimleri tenkitle güya hafifleştirmeye çalışıyorlar. Nerede şaz, cevaplandırılmış mesele varsa yeni meseleymiş gibi gündeme getiriyor, orijinalite hevesi ve ispat-ı vücut adına üzerinde icma hâsıl olmuş hususlarda bile farklı konuşup yazarak, komplekslerini tatmine çalışıyorlar. Bir yanda bunlar olurken, diğer yanda Mehdîlik iddia edenden geçilmiyor. Bir başka yanda farklı farklı İslâm telâkkileri, İslâm devrimciliği, hiç usûl bilgisi olmadan Kur’ân ve Hadis yorumları ve daha başka yönelişler, küçük küçük fırkalar oluşturuyor. Bunların halini Kur’ân, çok kötü bir misal nitelemesiyle, varıp da uzaklaştırmak için kendisine bir şey atsan, acaba bir kemik midir diye seğirten ve dili dışarıda telesen (soluyan); kendi haline bırakıp bir şey yapmasan, yine kemik peşinde yanına sokulup, dili dışarıda telesen köpeğin haline benzetmektedir.İşte böyle bir zaman ve zeminde, en azından bazı kesimler için bir sera fonksiyonu gören, kitlelere bir ölçüde ulaşabilen ve yurtdışına da açılan bazı cemaatler ve tarikatlar bulunsa da, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı, bilhassa geniş halk kitlelerini modern bid’at ve dalâlet fırkalarından koruma adına ciddî önem kazanıyor. Bu önem sebebiyle de, kitlelerin dinî ihtiyaçlarını karşılayabilme, sorularına cevap verebilme, meselelerini çözebilme ve onları Din adına tatmin edebilme adına imam, müftü ve vaizlerinden merkez teşkilâtına ve Din İşleri Yüksek Kurulu’na kadar bütün Diyanet personelinin elbette çok iyi yetişmiş olması, hem ilim, hem maneviyat alanında Din’i temsil edebilmesi gerekiyor.
↧