Çözüm süreci üzerinde koyu bir gölge yaratan KCK açıklaması birçoğumuzun moralini bozdu.Kürt meselesinde barışçı bir çözümün bu sefer de elde edilemeyeceği öngörüsü gerçekten de güncel bir karamsarlığın ötesini ima ediyor: Bu topraklarda konuşarak, anlaşarak bir arada yaşamayı beceremediğimizi bir kez daha kanıtlıyor. O nedenle çözüm süreci tarihsel ve psikolojik açıdan da çok kritik. Geçmiş yanlışlarla daha kolay yüzleşilmesinin yolunu açacak, tarih sahnesinde daha sahici bir özgüvenle durmamızı sağlayacak, toplumsal iç huzurumuzu tesis ederken diğer kimlik meselelerini de suhuletle çözmemizi mümkün kılacak olan bir kaldıraç.Öte yandan çözüm süreci doğrudan siyasi aktörlerin geleceğini, gücünü ve kalıcılığını etkileyecek, hatta belirleyecek bir dinamik. Dolayısıyla AKP de PKK da, bu dinamiği salt normatif ve ahlaki bir iyi niyet okumasından geçirerek yönetmiyorlar. Kendi koşullarını, risklerini ve önümüzdeki dönemdeki muhtemel kazançlarını hesaplayarak yürütüyorlar. Bu durumun belirtilerinden biri çekilme sürecinin ‘aşamaları’ meselesiydi ve maalesef medyanın zafiyetinin de etkisiyle muğlak bırakıldı. Hükümet önce çekilmenin tamamlanması sonra reformlar derken, PKK tarafı çekilme sürecinde ‘birinci adım’ reformlar söylemini geliştirdi ve her iki taraf da bunu tabanının beklentisi haline getirdi. Söylemek gerek ki, bir tarafın farklılaşmış söylemi diğer tarafça görülmesine rağmen buna ses çıkarılmadı, açıkça itiraz edilmedi. Çünkü bu muğlaklık her ikisinin de işine geliyordu.Hükümet seçimler nedeniyle fazla atak davranamayacağını, demokratikleşme paketinin Kürt meselesi açısından yeterli bir şekilde çıkamayacağını biliyordu. Diğer bir deyişle eğer çekilme hızlı yapılsaydı, AKP gerçekten de zor durumda kalacaktı. Muhalefetin anayasa konusunda direnmesi ise ilk bakışta hükümetin reform yapmasını engellediği için olumsuz bir unsur gibi dursa da, özellikle anadil konusunda adım atılamamasının sorumluluğunu muhalefete yıkmayı mümkün kılıyordu. Sonuç olarak hükümetin şu anki durumdan çok da şikâyetçi olduğunu söylemek mümkün değil. Yaklaşan seçim sürecinde çok zorlanacakları bir reform baskısını üzerlerinden atmış oldular. Çekilme kararının KCK’dan gelmesi AKP’ye ilişkin genel meşruiyet algısını pekiştirecek ve oylarını olumlu etkileyecektir. ‘Aslında’ esas sorumlunun hükümet olduğunu söyleyenler, toplumsal algının genelinde olayın böyle görülmediğini unutuyorlar. Bu durumu yaratan ise çekilme sürecinin baştan içerdiği muğlaklıktır ve o muğlaklık bugün en azından kısa vadede hükümetin işine yarıyor.Ne var ki aynı muğlaklık PKK’nın da işine geliyor. Bu sayede örgütün hareket alanı genişliyor, taban karşısında siyaset yapma imkânları artıyor ve bu süreçte ‘kişiliksizleşme’ tehlikesine karşı kendisini korumuş oluyor. Kürt toplumunun genel beklentisi çekilme devam ederken, hükümetin de en azından sembolik adımlar atacağı, ileriye dönük olarak niyet beyanlarında bulunacağıydı. Vurgulamak gerek ki, bu beklenti sadece örgüt yandaşlarının veya sempatizanlarının değil, örgüte karşı olan grup ve kişilerin de isteğini yansıtmakta. Çünkü PKK’nın çeşitli Kürt kesimlerce reddedilmesinin ana nedeni savunduğu görüşler değil, silah kullanmasıydı. Silahın kullanılmayacağının garanti altında olduğu bir ortamda örgüte olan bakışın çok daha yumuşayacağı açık. Yine eklemek gerek ki bugün örgütün savunduğu siyasi pozisyon bir radikalizmi veya uç noktayı temsil etmek bir yana, Kürt siyasi söyleminin ‘orta noktasını’ ifade ediyor. Diğer bir deyişle silahın olmadığı bir ortamda PKK’nın hem saygınlığı, hem de ‘merkez’ oluşturma yeteneği artıyor. Ancak bunu yapabilmenin iki koşulu var: Siyaset yapmak ve yaptığınız siyasetin ‘haklı’ olduğuna tabanı inandırmak. Böyle bakıldığında son birkaç ayda örgütün ‘siyasi aktör olarak’ başarılı bir çizgi izlediğini teslim etmek zorundayız. Hükümetin işine gelen o muğlaklığı kendi dünyasında kullanan PKK, silaha bir daha dönülmeyeceğine tabanını inandırdığı sürece, bölgedeki tek siyasi güç olma niteliğini pekiştirecektir. Ayrıca ülkenin batısında epeyce popüler olan Öcalan’ın her şeye hâkim olduğu, onunla konuşmanın yeterli olacağı algısını da bozarak, Kandil’i dışta bırakan bir çözümün gerçekçi olmadığını herkese söylemekte… Bunun Öcalan’ın hükümet karşısındaki pazarlık gücünü artırıcı bir etkiye de sahip olduğunu düşünürsek, hem Öcalan’a ‘son kertede’ biat eden, hem de o biat mekanizması içinde özerk tutum alan bir Kürt siyasetinin sözünü ettiğimiz muğlâklıktan ne denli memnun olabileceğini anlayabiliriz…
↧