Geçtiğimiz günlerde gazetelerde bir haber vardı. Dikkatimi çekti.Avrupa Birliği ülkelerinde eğitimin kalitesini irdeleyen bu habere göre Finlandiya’da öğretmen olmak için her yıl 7000 kişi tercih yapıyor ve sadece 700 kişi ilgili bölüme girebiliyormuş. Finlandiya’nın nüfusu 5,4 milyon civarında. Yani ortalama her 800 kişiden biri öğretmen olmak istiyor ama 8000 kişiden biri öğretmenlik şansı yakalıyor. Aynı habere göre öğretmen yetiştiren bir bölüme girmek tıptan daha prestijli. Danimarka’da da (nüfusu 5,5 milyon) durum hemen hemen aynı, orada da öğretmenlik tercihi tıp tercihinden önde. Bana göre sağlık ve eğitim hizmeti insanların doğal haklarındandır. Bunlardan ilki bedensel sağlık, ikincisi de zihinsel ve ruhsal sağlık alanını kuşatır. İnsan maddeden ibaret olmadığına, hatta maddeden ziyade mana eseri olduğuna göre onun somut yanına yapılan yatırım kadar soyut yanına da yatırım gerekecektir. Madde ölçeğinde insanın gelişim ve tüketim aracını mide olarak tarif edersek sağlıklı besinler ve sağlıklı beslenme ile bedenimizin de sağlıklı olmasını sağlayabiliriz. Öte yandan insanın mana ölçeğinde gelişim ve tüketim aracı bir değil üç tane olup biz onu zihin, gönül ve ruh diye adlandırabiliriz. Yani insanın zihin sağlığı, gönül sağlığı ve ruh sağlığı da beden sağlığı kadar önemli, hatta bedenden daha öte özen gösterilmeye muhtaçtır. Öğretmenler, işte bu üç alanda insana sağlık hizmeti veren, onları sağlıklı beslenme ve yaşama ilkeleriyle donatan, maddi olanın ötesinde manevi kimliğini oluşturan bir tür hekim sayılır. Ama Türkiye’mizde bir öğretmen ile bir hekimin maddi geliri ve itibarı asla eşit yürümez. Öğretmenlik mesleği hem itibar, hem de maddi yönden cazip değilse, gençlerin tercihleri arasında tıptan çok gerilerde bir sıralamaya düşer. İtiraf etmeliyiz ki üniversite sınavında öğretmenlik bölümlerinin puanları, tıp puanlarının çok çok gerisindedir. Bunun diğer anlamı -öğretmen meslektaşlarımı tenzih ederim- çalışkan, seçkin, zeki ve başarılı öğrenciler öğretmenliği tercih etmiyor demektir. Kaldı ki öğretmenlerimizin tesadüfi olarak meslek seçenleri vardır. Tıp veya mühendislik okuyacağı puanı alamayan, üniversite tercihini ileride kazanacağı paraya göre ölçen gençler arasında yaşadığımızı düşünürsek öğretmenlik mesleğinin kazancı gibi itibarı da düşük sayılır. Öğretmenliğimin ilk yılıydı. İdeallerim vardı. Ama kazancım yetmiyordu. Bir müteahhidin çocuğuna özel Türkçe/dilbilgisi dersleri vermeye başladım. Çocuk kabiliyetsizdi. Bir gün, iki gün, derken çocukta hiçbir ilerleme görememiştim. Babasına, “Beyefendi” dedim, “ne sizin paranızı, ne de benim zamanımı israf etmeyelim. Sizin çocuğunuz bir üniversiteyi kazanamaz.” İşte adamın cevabı: “Hocam, oğlumun doktor olamayacağını ben de biliyorum, bari bir öğretmen olsun diye çalıştırıyorum!” Ezcümle, Türkiye’de becerileri yüksek olan öğrenciler öğretmenlik mesleğine özendirilmedikçe, zihin, gönül ve ruh sağlığımız beden sağlığımız ile dengeli olamayacaktır. Öğretmenleri orta seviyede olan bir toplumun genç kuşakları da orta seviyenin üstüne çıkamayacak, bilimde, teknikte, sanatta, edebiyatta ilerlemeden söz edilemeyecektir. En zeki öğrencilerimizi öğretmen yaparsak yeni nesillerden ümitvar olabiliriz. Öğretmeni mutsuz olan bir toplumun bireyleri mutlu ve başarılı yetişemez. Bunun için belki de öğretmenlerimizin maddi ve manevi itibarlarını bir hekim ile eşitleyecek düzenlemeler yapmak gerekir. Bu gerçekleştikten ancak iki nesil sonra seçkin bireyler yetiştirmek, ülke genelindeki hayatı yükseltmek mümkün olabilecektir. Öyle bir toplumu elde edersek öğretmenlik için daha zor seçme şartları getirebilir, öğretmenleri her beş yılda performans ölçümünden geçirip ilerleme göstermeyenlerin öğretim lisanslarını iptal eder konuma gelebiliriz. Şu haliyle öğretmenlerimiz kendilerini geliştirme konusunda da maalesef şevkli davranmamaktadırlar. Maddi ve manevi itibarı yükseltilmiş bir meslekte ise bütün bu aksaklıklar kolaylıkla ve hatta kendiliğinden giderilmiş olur. Bana göre bir öğretmen, on bir ay çalıştığıyla geçinip on ikinci ayda da tatil yapabilmeli, beş yılda otomobil, on yılda ev alacak imkânlara sahip edilmelidir. Türkiye’deki istatistikler ile Finlandiya rakamlarının karşılaştırılması akıllara ziyan sayılabilir, ama MEB hiç şüphesiz işin farkındadır. Öğretmenine bir hekim kadar itibar etmeyen, zeki, çalışkan ve başarılı öğretmenleri olmayan bir toplumun gelecek nesillerinden zihnî (bilimsel), kalbî (sanatsal) ve ruhî (vicdanî ve sosyal) üretim yapan, yani evrensel anlamda icatlar, keşifler, tasarımlar, sanat eserleri vs. ortaya koyan bireyler beklemek beyhudedir. Bu vesileyle meslektaşlarımın yaklaşan “Öğretmenler Günü”nü tebrik ederim.
↧