Hükümet, dershane meselesinin teknik izahını yapmakta bir hayli zorlanıyor. Yani dershanelerin yasaklanmasının eğitim için gerekli olduğunu, kendisini destekleyen kamuoyuna bile açıklayamıyor.Bu konuyla ilgili ne zaman bir tartışma açılsa iş ‘e siz de şunu yapmadınız mı?’ya dönüyor. Sanki başkasının yaptığı herhangi bir şey karşıdakine her türlü şeyi yapma hakkı verirmiş gibi. Konu önce kapatma üzerinden, sonra dönüştürme üzerinden, sonra başka şeyler üzerinden tartışılmaya devam ediyor ama değişmeyen tek şey ‘Biz kararımızı verdik’ tavrı!Bugün AVM yapılması konusunda, dershanelerin kapatılması konusunda, şike cezasının indirilmesi konusunda, eğitimde 4+4+4 sistemine geçilmesi konusunda uygulanan ‘Biz kararımızı verdik’ tavrının, yarın hangi konulara karar verme ile sonuçlanacağını kim tahmin edebilir? Bugün dershanelerin kapatılmasıyla ilgili kararını veren tavır, bir müddet sonra özel okulların kapatılmasına ya da herhangi bir başka konuya da karar verir mi? Bilemiyoruz...Eğer önemsiyorsak bilinmelidir ki, demokrasi bir uzlaşma rejimidir. Aslında aşağı yukarı her rejim bir uzlaşma rejimidir. Öyle ki Türkiye Cumhuriyeti’nin daha önceki katı laikçi anlayışına rağmen devlet, toplumla sürekli yaka paça olmamak için tarikatların varlığına karşı çıkmamıştır. ‘Biz bunların tamamen ortadan kalkmasına karar verdik’ tavrıyla hareket edilseydi her yer kan revan içinde kalabilirdi. Eski devlet bile bu riski göze alamadığı için tarikatlar konusunda daha yumuşak hareket etmek zorunda kalmıştır.Toplumun belirli kesimlerinde bir rahatsızlık varsa hiçbir devlet yöneticisi ‘biz kararımızı verdik’ deyip kestirip atamaz. 12 Eylül’den sonra sergilenen, ‘Biz Kürtçenin konuşulmasının yasak olmasına karar verdik’ tavrı, binlerce insanımızın ölümüyle sonuçlanan bir sıkıntının da başlamasına sebep olmuştu. 28 Şubat’taki dayatmaların da daha sonra nelere yol açtığını hepimiz gördük.Geçen bunca zamana, bunca acı tecrübeye rağmen bugün de aynı şeyleri, devlet dayatmasını tartışıyor olmamızın toplumda meydana getirdiği düş kırıklığını anlatacak kelime yok zaten. Oysa 12 Haziran öncesi AK Parti’ye canhıraş bir şekilde destek verirken yepyeni bir ülkenin kurulacağını hayal ediyorduk. Kesinlikle artık devlet eliyle bir dayatmanın yapılmayacağını, yeni bir anayasayla hakkın, hukukun, adaletin ülkeye hakim olacağını düşünüyorduk. Demokratikleşme adına en büyük ümidimiz olan yeni anayasa için hükümet, kamuoyundaki beklentilerin aksine seçimlerden sonra topu çevirip çevirip auta attı. Oysa bu işin süpüreni, asıl çaba sarf etmesi gerekeni AK Parti’ydi. Çünkü yeni bir anayasa, yeni ve demokratik bir ülke hayal eden kesimler AK Parti çatısı altında toplanmıştı. Maalesef bu beklenti ‘ne yapalım, uzlaşamadık’ ifadeleriyle sümenaltı edildi.Gerçi bugün yaşadıklarımızı görünce ‘iyi ki de sümenaltı edilmiş’ demeden kendini alamıyor insan. Mevcut yaklaşım tarzıyla nasıl bir anayasa yapılırdı, bu konuda kişisel olarak şüpheye düşmemiş değilim. Yeni bir anayasanın resmen askıya alındığının açıklandığı bugünlerde, hükümet tıpkı 28 Şubat sürecinde imam-hatiplere yapıldığı gibi, büyük çoğunluğu milletin parasıyla kurulmuş dershaneleri kapatmaya yelteniyor. Hiçbir bilimsel açıklamada bulunmadan, kamuoyunu ikna edemeden, halktan gelen tepkiye rağmen ‘biz kararımızı verdik’ tavrından vazgeçmiyor.Unutmamak gerekir ki; zor kullanarak yapılan hiçbir şey bu ülkeye fayda getirmemiştir. Dayatmaların nasıl sonuçlandığını anlamak için yakın tarihe bir kere daha bakmak yeterlidir.
↧