MGK’da 25 Ağustos 2004 tarihinde alınan karardan Taraf’ta geçen yıl Alper Görmüş söz etmişti; geçen gün de yine Taraf’ta Mehmet Baransu kararı ayrıntılarıyla açıkladı.Dershanelerin kapatılması girişimi MGK’da verilen, altında Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve Şener Eruygur dâhil generallerin ve Başbakan Erdoğan ile (o sıra Dışişleri Bakanı) Abdullah Gül’ün imzalarıyla alınan bu karara dayanıyor olabilir mi? Daha doğrusu dershanelerin kapatılması ile suyüzüne vuran “Fethullah Gülen cemaatini bitirme planı”, Kemalistlerle bugün AKP’ye hakim olan çevrenin zihniyet ortaklığını yansıtıyor olabilir mi? O tarihteki karar kerhen alınmış olabilir, hemen eylem planı haline gelmiş olmayabilir. Ancak Kemalistlerle “muhafazakâr demokrat” AKP yönetiminin paylaştıkları temel bazı anlayışların var olduğu muhakkak. Bunların başta geleni birinin tepeden inme ve azınlığa dayalı olan türden, diğerinin ise seçimle gelen ve çoğunluğa dayalı türden (elbette totaliterlik değil ama) otoriterliği temsil etmeleri. Bunun için her ikisi de devletten bağımsız gönüllü kuruluşlara, yani sivil topluma karşı engin bir tahammülsüzlük besliyor; bunun için sivil toplumu sıkı denetim altında tutma çabasında. Kemalistlerle AKP yönetimine hakim olan fikriyatın bir diğer ortak yanı, her ikisinin de dini devletin tekelinde tutma, hangi dinî inançların doğru/makbul, hangilerinin yanlış/gayri-makbul olduğuna devletin karar vermesi gereğine inanmaları. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vazgeçilmezliği üzerinde tam bir mutabakat içinde olmaları elbette ki bunun en açık göstergesi. Kemalistler Diyanet’e, kendi laikçi (yani laikliği dinden uzak hayat tarzı olarak anlayan) görüşlerine ters İslam yorumları getirmemesi ve toplumu din açısından da türdeş kılması, farklılığa izin vermemesi için sıkı sıkıya sarılırlar. AKP yönetimi ise Diyanet’i kendi Sünni-Nakşi İslam anlayışına hizmet etmesi için el üstünde tutar. Bunun için her ikisi de bugün Fethullah Gülen’in temsil ettiği çoğulcu demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini, farklı etnik ve dinsel kimliklere saygıyı, rekabete dayalı piyasa ekonomisini benimseyen İslam anlayışından hiç hazetmez, onu kendilerine bir tehdit olarak görürler. Kemalistlerle AKP’ye hakim olan fikriyatın, bir başka ortak yanı da millet anlayışında ifadesini bulur. İkisine göre de Türkiye’de millet Türk ve Müslümanlardan oluşur. İki tarafın da makbul siyasetçi olduğunda tam bir fikir birliği sergiledikleri AKP’nin maruf Savunma Bakanı Vecdi Gönül 2008’de, 10 Kasım gibi bir milli günde ne demişti? “Tehcir ve mübadele olmasaydı bugünkü milli devlete sahip olamazdık!” Kemalistlerin millet anlayışı zaman zaman etnik (Orta Asya kökenli) anlamda, zaman zaman kültürel (“Ne mutlu Türk’üm diyene”) anlamda Türklüğü vurgulamıştır. AKP’nin millet anlayışı ise hemen her zaman Türk, Kürt, Laz, Çerkes ve diğer “anasır-ı İslam”dan, yani Müslüman unsurlardan oluşan “İslam milleti” anlayışına dayanmıştır. (Bunun en son ifadesi olarak Başbakan Erdoğan’ın 19 Kasım tarihli AKP grup toplantısında yaptığı konuşmayı okuyabilirsiniz.) Kemalistler laikçi olanı, AKP yönetimi dinsel olanı temsil eder, ama her ikisi de hem (“devlet milletin değil, millet devletin hizmetindedir” anlamında) devletçilikte, hem de (Türkler ve Müslümanlardan oluşan millet anlayışına dayalı) milliyetçilikte geniş ölçüde ittifak eder. Bunun içindir ki, ikisi de Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan tehcir ve yol açtığı insanlık trajedisi ile yüzleşemez… Bunun içindir ki Hrant Dink cinayeti bir türlü aydınlatılamaz.
↧