Adına futbol denen bu oyun, 100 yıl boyunca saha içerisinde hep yıldızlar yetiştirdi. Kulüplerin tarihleri; oyuncularının ayakları ve teknik direktörlerin taktikleriyle yazıldı. Giydikleri formaya değer katan, takımlarını rakiplerinden farklılaştıran bu isimler, sonraki yıllara “efsane” sıfatlarıyla taşındılar.Nesilden nesile anlatılan hikayeleri, kulübe gönlünü kaptıracak kısa pantolonlu çocuklara anlatılır; renkleri sadece sevmekle kalmasınlar, gurur duysunlar, sahip çıksınlar, kendileri de sonraki nesillere taşısınlar diye...Futbol bugün artık çok büyük bir endüstri. Büyüdükçe, kendisinden beslenen diğer dalları da büyütüyor, yukarıya taşıyor. Bu dallardan biri de, sporun her müsabakasında yaşanan heyecanı yazıya, kağıda, ekrana döken; başta futbol olmak üzere tüm spor tarihini kayıt altına alan gazetecilik/televizyonculuktur...Spor gazeteciliği, kayıt ediciliktir... Bugün biten bir karşılaşmanın ardından yazılan birkaç bin vuruşluk müsabaka yazısı; hazırlanan bir özet görüntü, spor tarihine düşülen bir not’tur aslında... Müsabaka spikerliği sadece bir iş değildir, bir anlatıcılıktır ve gelecekte bir gün müsabakanın görüntüleri ile birlikte arşive kaldırıldığında, anlatıcının hikayeleştirmesiyle birlikte saklanır...Spor gazeteciliği, futbol sahasının tarih kitabını yazmaktır. 80 yıl önce oynanmış bir futbol maçının hikayesi, bugün kütüphanelerin raflarında uykuya dalmıştır. O gazeteler, o gazeteciler olmasaydı, 1934’te Taksim Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Libertas maçında, Viyanalı Rite Hanri ile Ali Rıza’nın “birbirlerine çarpmayı, kasti zannettiklerinden aralarında gürültü” çıkmasını ve bu “gürültü”nün karakola taşınma hikayesini nasıl öğrenebilirdik ki?Kayıp, bir ders kitabı aslındaSpor gazetecileri, kendi çağlarının görünmez kahramanlarıdır.Bugünlerde büyük bir acı ile, o kahramanlardan birini daha kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz... Necmi Tanyolaç... Tozlu kütüphane raflarında sararmış gazete sayfaları; spor gazeteciliği tarihinin “kral” lakabıyla hatırlanacak büyük ismini, bir ağabeyi daha kaybetmenin hüznünü yaşıyor. Geleceğin gazetecileri için kayıp yalnızca bir isim değil, bir ders kitabıdır aslında... Yazılmamış, basılmamış onlarca yaşanmış hikayeyle dolu kocaman bir gazetecilik eseriydi, Necmi Tanyolaç... Tıpkı Burhan Felek, Abidin Daver, Eşref Şefik, İslam Çupi, Namık Sevik ve sıralamakla bitmeyecek onlarca isim gibi...Necmi Tanyolaç’ın da anlatacak çok hikayesi vardı. Ancak geriye sadece, kendisiyle yapılmış iki elin parmakları kadar az ama bir o kadar da değerli röportaj ve anılarını anlattığı birkaç gazete yazısı ile yazılarından derlenmiş birkaç kitap kaldı.En değerli “gazetecilik dersi” yazılarından birini, çok sevdiği dostu İslam Çupi’nin vefatından sonra yazmıştı...İslam Çupi ile Necmi Tanyolaç, 1974 Dünya Kupası için Almanya’ya giderler. Bir Alman dergisinin “Zaireliler yamyamdır” yazısını görürler ve takımın teknik direktörü, bir dönem Türkiye’de de çalışmış olan Vidiniç’e giderler. Her futbolcusu Almanca ve İngilizce konuşan Zaire milli takımı ile birlikte yedikleri öğlen yemeğini fotoğraflarlar. İslam Çupi’nin harika yazısı, çekilen fotoğraflar da eklenir ve haber “Zaireliler Bizi Yemedi” başlığı ile gazeteyi süsler...Gazetecilik ne midir?Bu sorunun cevabı yukarıdaki paragrafın içinde gizlidir.Spor gazeteciliği/televizyonculuğu, sporu sevmekle başlar belki ama sadece oyunu bilmek, dünya futboluna dair bilgi dağarcığına sahip olmak, 4-4-2’leri, 4-3-3’leri ezberlemekle yapılmaz. Bugünün genç gazetecileri için en büyük kaynak, Necmi Tanyolaç’ın, İslam Çupi’nin ve dahası pek çok kıymetli ağabeyin yazılarının derlendiği kitaplarda yatmaktadır. Kütüphanelerdeki eski gazetelerin sayfalarında hâlâ okuyucularını bekleyen sayfalardan alınacak dersler bitmez... Spor gazeteciliği yaşanarak, yaşanmışlıkları dinleyerek öğrenilir.Bugün artık Necmi Tanyolaç’ın arkasından ağlarken ve onun ağzından dinlenmemiş her hikayenin yasını tutarken, bir de ders çıkartma zamanıdır.Yazının başında bahsi geçen, o kısa pantolonlu çocuğun takımına sevgisini, tarihe yazılmış hikayelerini ve efsanelerini dinleyerek öğrenmesi gibi, spor gazeteciliğini öğrenmenin yeri de efsanelerin, artık yalnızca adı kalan Bab-ı Ali hikayeleridir...Değerlerini anlama zamanıSpor gazeteciliğine bir ömrü verecek kadar kendini adamış ağabeylerin değerini anlama, yanlarına gidip oturma zamanıdır... Biz sussak, sormasak da, onlar kendi hikayelerini bıkıp usanmadan, defalarca kez anlatacaklardır. İslam Çupi’leri, Namık Sevik’leri, Necmi Tanyolaç’ları; maç yazısı yazdırmak için beklenen telefon sıralarını, daktilolu masalarda yapılan maç toplantılarını...Tıpkı kendi ağabeylerinden gördükleri gibi, bir bardak çaya onlarca anı sığdıracak, her cümlelerinde bize “kıssadan hisse” armağan edeceklerdir.Ve o bir bardak çay, bizlere, yaptığımız işe neden saygı duymamızı, neden hakkını vererek yapmamızı, işimizin ne denli büyük bir sorumluluk getirdiğini hatırlatacak; yeni günde işimizin başına oturduğumuzda, o saygıyı nasıl hak edeceğimizi öğretecektir.Nur içinde yat Necmi Ağabeyİyi Pazarlar.
↧