Tanıyanlar ‘olasılık’ kelimesini kullanma ihtimalinin çok yüksek olmadığını bilir. Zaten ödünç aldım.SETA uzmanlarından Hatem Ete, “Eleştiriler, Gülen Cemaati’nin Türkiye’nin yanı sıra yüzü aşkın ülkede yürüttüğü eğitim, kültür, hizmet alanlarındaki faaliyetlerine değil, cemaat mensuplarının yargı, emniyet ve daha birçok resmi kurumdaki görevlerini cemaatin gündemi doğrultusunda yerine getirme olasılığına yöneltilmektedir.” diyor. ‘Olasılık’ hesapları üniversite giriş sınavıyla sınırlı kalırsa mahzuru yok. Ama siyasi bir projenin temeline yerleşir, üstüne de hukuki sonuçlar doğurmaya başlarsa iş değişir. Ne demokrasi ne de hukuk niyetin yargılanmasına cevaz verir. “Hukuk kalbe değil, ele bakar. Yani niyeti değil eylemi cezalandırır.”İhtimalleri, suç gibi cezalandırmaya kalktığınızda sonsuz sayıda problem üretirsiniz. Zira her meşru araç aynı zamanda gayri meşru maksatlar için kullanılabilir. Her bürokrat konumunu şahsi menfaatlerine alet edebilir. İhaleli, akçalı işlerde yetki kullanan herkesin yolsuzluk yapması ihtimal dâhilindedir. Asker, polis gibi silahlı memurlar cebir kullanma salahiyetlerini kişisel çıkarları doğrultusunda kullanabilir. Siyasetçiler yasama faaliyetlerini ülkenin değil partilerinin önceliklerine göre gerçekleştirebilir. Bu listeyi her mesleğe ve bürokratik konuma uyarlayarak uzatabiliriz.Böyle dediğimizde alınganlık oluşuyor ama niyet okuma ve niyeti cezalandırma aşina olduğumuz bir metot. 28 Şubatçılar da brifinglerde, “Vakit geçirilmeden demokratik hukuk devleti kuralları içerisinde her seviyede etkili ve planlı bir şekilde gereken önlemler alınmadığı takdirde, yakın bir gelecekte önlem alma imkanının da ortadan kalkabileceği değerlendirilmektedir.” diyorlardı. Refah Partisi’ni kapatma iddianamesi de Fethullah Gülen’in 10 yıl süren ceza yargılamasının dayandırıldığı metinler de hep ihtimal hesabı üzerineydi. İmam Hatip Liseleri’nin kapatılması da ‘olasılık’ siyasetiydi. Tedbir alınmazsa İslamcı partinin kaç yıl sonra, yüzde kaçla iktidar olabileceği gibi ayrıntılı hesaplar ortalarda dolaşıyordu.Bugün aynı hesaplar dershaneler için yapılıyor. Bürokrasideki muhtemel ve muhayyel itaatsizlikler dershanelerin kapatılmasına nasıl gerekçe olabilir? Bu tartışmaların bir argümanı olarak hangi akla hizmetle dile getirilir? Hani bir hikâye var: küçük bir kız çocuğu kuyu başında ağlıyormuş. Ben büyürsem, evlenirsem, çocuğum olursa, gelip bu kuyuya düşerse… Dershaneleri kapatmazsak bu çocuklar iyi liselere gider, oradan iyi üniversiteleri okur ve bürokraside görev alır, amirlerinin değil şeyhlerinin sözünü dinler… İleri demokraside geldiğimiz nokta bu mudur?Benzer bir tezi Prof. İsmail Kara, Yeni Şafak’taki röportajında dile getirdi: “Mesele cemaatlerin ülkemize müdahale aracı olma ihtimalidir.” Kara’nın söyledikleri yıllarca Müslümanlara zulmedenlerin de gerekçesi oldu. Bu tezlerin arkasına saklanarak parti ve okul kapattılar, işadamlarına baskı uyguladılar. En üst düzeyden dile getirilen ‘başörtülüler Suudi Arabistan’a gitsin’ cümlesi bile algı mühendisliğinin tezahürüydü. Cemaatler elbette eleştirilebilir ama Truva Atı muamelesi yapmak hakkaniyete de bilim adamlığına da sığmaz.Tartışmalar kahvehanede futbol kritiği seviyesini geçmiyor maalesef. Tuttuğumuz takımın haklılığı dışında hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor. Demokratik olgunluk ve devletin hukukla yeniden tanımıyla sonuçlanması gereken bir fikir atışması yapabilsek yararlı olacak. Bu şekilde hem enerji boşa gidiyor, hem de gereksiz kırgınlıklardan başka geriye kalan olmayacak.NOT: Son yazımda rahmetli Başbakanımız Necmettin Erbakan’ın AK Parti’yle ilgili eleştirilerine yer vermiştim. Yanlış anlamalar ve kırılmaları önlemek için şu tashihi yapmalıyım: Rahmetli Erbakan, Mavi Marmara’yı eleştirmiyor; AK Parti’nin tepkilerinin aldatmaca ve SP’nin yükselişini önleme amaçlı olduğunu savunuyordu. ‘AKP’yi kuran Siyonizm bana çakabilirsin diyor.’ görüşünü dile getiriyordu. Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas’ın konuğu olarak NTV’de katıldığı programın videosu izlendiğinde bu ifadeleri kullandığı görülecektir.
↧