![]()
Kur’ân-ı Kerim, namazın insanı her türlü gayr-ı ahlâkîlikten ve Allah nazarında kötü görünen bütün davranışlardan alıkoyacağını buyurur (29:45). Yine, peygamberler veya vârisleri tarafından kurulan en güzel sistemlerin bozulmasının ilk sebebi olarak da namazın zayî edilmesini, yani gerektiği gibi kılınmamasını ve bunun neticesinde kadın, evlât, yığın yığın para, salma güzel atlar (lüks arabalar, eşya), geçimlik hayvanlar (makam, mevki, meslek) ve kazanç şehvetlerine tâbi olmayı zikreder (19:59, 3:14).Kişinin Müslümanlığının ana alâmeti olan namaza “Allahü ekber” diye başlanır, “Allahü ekber”lerle devam edilir. Yani, “Büyük olarak sadece Allah vardır; O’ndan başka kimse büyüklük iddiasında bulunamaz.” Müslümanlığın giriş kapısı da işte bu kabûl, bu deklarasyondur. Bunun arkasından Besmele ile Fâtiha’ya başlarız ki, Besmele ile, her yaptığımızın Allah için olduğunu, olması gerektiğini ve ancak O’nun râzı olduğu işleri yapacağımızı, dolayısıyla işimize de O’nun adını anarak başladığımızı ve o işi ancak O’nun rahmet ve merhametiyle yerine getirebileceğimizi ikrar ve ilan ederiz. Fâtiha’nın ilk âyeti olan “Bütün hamd, Âlemlerin Rabbi Allah içindir.” deklarasyonuyla, bir defa daha Tevhid ikrarında bulunur, yani şöyle deriz: “Ey bütün âlemleri, her bir varlığı yaratan, koruyan, besleyen, terbiye eden–yetiştiren, rızıklandıran, onlara sahip oldukları şekli, kapasite ve kabiliyetleri, kullanıp tükettikleri her şeyi veren, sağlayan Allah’ımız! Varlığımızı, hayatımızı, her şeyimizi Sana borçluyuz. Yeme ve içme gibi en sıradan faaliyetlerimizde dahi bize düşen, binde bir bile değildir. Her yaptığımızı, her başarımızı, bizdeki her iyilik ve güzelliği, bütün kapasite ve kabiliyetlerimizi, elde ettiğimiz ve elimizde tuttuğumuz her şeyi, gözümüzün her görmesini, kulağımızın her duymasını, attığımız her adımı, kalbimizin her atışını, milyonlarca kilometre tutan damarlarımız ve sinirlerimizdeki her bir hareketi, bütün kılcallarımızda hiçbir pıhtı yapmadan akıp giden kanın her damlasını, söylediğimiz her sözü, her düşüncemizi yaratan Sen’sin; bütün güzel ve yerinde söz, düşünce, davranış ve muvaffakiyetlerimiz tamamen Sen’dendir. Ben, iyilik, güzellik ve başarı adına hiçbir şeye sahip değilim.” Kısaca, Müslümanlığın kapısı kişinin bilhassa iyilik, güzellik ve hayırlar adına hiçliğini, buna karşılık bütün hata, günah ve kötülüklerin kendisinden kaynaklandığını ikrarla açılır ve açılan Müslümanlık yolunda ancak bu ikrar ve imanın derinleşmesi nisbetinde gidilebilir. Bütün peygamberler, velîler, gerçek âlimler böyle bakmış, böyle görmüş, böyle davranmışlardır. İşte namaz ve Müslümanlık, insanın baştan sona bu iklimde seyahatidir ve böyle namaz, insanı her türlü günah ve kötülükten alıkoyar; ona hiçliğini öğretir, ona gerçek büyüklüğün tevazuda, hiçlikte, mahviyette yattığı terbiyesini verir.Buna karşılık, bir insan, her kim olursa olsun, namaz da kılıyor, hattâ İslâm davası iddiasında bulunuyor bile olsa, güm güm davul çalar gibi hep “ben” diyor, yerin altına doğru bir gurur, kibir ve enaniyet anıtı halinde uzayıp gidiyor, rahatça yalan söylüyor, muamelelerinde aldatıyor, Allah’ın en buğzettiği bir davranış olarak yapmadığını/yapmayacağını söylüyor ve söylediğinin tersini yapıyor, bile bile yanlış tartıp yanlış ölçüyor, vicdanının değil nefsaniyetinin sesini dinliyor ve o sesi dile getiriyor, rahatsızlık duymadan başkalarının bir kuruşluk, bir nefeslik, bir harflik hakkına girebiliyor, zihninin, kalbinin, etrafının, çevresinin kirliliğini misk ü amber gibi koklayabiliyorsa, böylesi, en tehlikeli bir insî şeytandır.