Hafta sonu medyaya ilginç bir fotoğraf yansıdı. Trabzon’da bir grup partili genç, Başbakan’ı havalimanında kefen giymiş olarak karşılamıştı. Bir kitle partisini değil de marjinal bir partiyi andıran şekilde ‘ölümüne seninleyiz’ pankartı açan gençlere Başbakan’ın gülümsemekten başka tepkisi görülmedi. Bu fotoğraf esprilere konu olsa da aslında endişe verici bir duruma işaret ediyor.Benzer tabloları, partinin grup toplantısında tribünde gibi tezahürat yapan gençler de sergiliyor. Yine özellikle sosyal medyada Başbakan’ın her dediğini kayıtsız şartsız kabul eden ve sorgulamayı reddeden yeni bir tür gençlik ortaya çıktı. Tam neredeyse ‘ikinci bir ulu önder mi oluşturuluyor?’ derken biri çıkıp “Erdoğan, Allah’ın dünyadaki gölgesidir” yazarak, daha ileri gidebildi.İsimlerin önemi yok aslında. Bu durum, Türkiye toplumunun tek adamlığa, otoriterliğe ne kadar kolay meyledebildiğinin, sorgulanamaz figürler oluşturmaya 2013 şartlarında bile devam ettiğinin vahim bir göstergesi. Politikacılara oylarımızla bize vekalet eden ve kamuyu ilgilendiren her kararlarından hesap sorulması gereken bireyler olarak bakmak yerine, onları yanılmaz ve ebedi liderler olarak görmek Kemalistlere özgü bir hastalık sanırdık ama değilmiş.Doç. Dr. İhsan Yılmaz’ın vurguladığı gibi adeta bir İslamcı Kemalistler dönemindeyiz. Bu toplum yıllarca Kemalizm’in otoriter, dayatmacı, toplum mühendisliğine dayalı ve farklılıklara tahammülsüz yönetim kültüründen çekti. Yerine gelen ve sütten ağzı yanan İslamcıların aynı hataları yapmayacağını, daha demokratik ve çoğulcu bir toplum çabası içine gireceğini bekliyorduk. Nitekim, ilk dönem AK Parti reformları da AB yolunda bir Türkiye’ye işaret ediyordu. O yıllarda şahsen çok temelsiz bulduğum AK Parti İslamcı faşisttir iddiasını ne kadar hararetle reddettiğimi hatırlıyorum. Ne var ki geldiğimiz noktada, AB’yi yük olarak gören ve onun yerine Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmayı arzu eden bir Türkiye var.Endişe verici olan, toplumun çoğunun ‘AB yolunda bu kadar adım atmış, daha demokratik bir Türkiye yoluna girmişken bu da ne böyle’ demek yerine olan biteni adeta tepkisizce seyretmesi. Eğer otoriterliğe meyilli bir kültürümüz olmasaydı yolsuzluk soruşturması sonrası apar topar yapılan ve soruşturmalarda amir izni getirerek yargıyı yürütmenin müdahalesine açan yönetmelik değişikliği kıyameti koparırdı.Tüm bu durum, geçenlerde dinlediğim akademisyen Ahmet İnsel’in analizinin yerinde olduğunu düşündürtüyor: Ona göre, Kemalist otoriterliğin aksine, günümüzdeki otoriterlik toplumda karşılık buluyor. Yani, ilk kez tavandan gelen otoriterlik tabandan gelenle örtüşüyor.Evet, Türkiye otoriterlikten hiçbir zaman tam kurtulamadı. Tek partili baskıcı dönem, vesayet rejimleri, darbe dönemleri derken bugünlere geldik ama Kemalizm’in dayattığı hayat tarzı ve pratikler toplumda yeterli taban bulmadığı için yerleşmedi. Şimdi ise Kemalist otoriterlikten anti-Kemalist otoriterliğe geçiş riski var. Bense Gönül Yarası filminde iki kötü seçenekten birini seçmek zorunda olan Dünya karakteri gibi soruyorum: Üçüncü bir yol yok mudur?Küçük, şeffaf, liberal demokratik bir devletin tüm vatandaşlarına eşit mesafede olduğu, insanların kendilerini devletin sahibi görmediği, ama devleti hukuken bağlı oldukları, vergileriyle hizmet eden ve düzenli olarak vatandaşa hesap veren bir aygıt olarak gördüğü üçüncü bir yol….Bu yolu talep edenler çoğunluk olmasa da az değil. Sadece daha yaşanabilir bir ülke için seslerinin daha gür ve cesaretle çıkması gerekiyor.…
↧