![]()
Ey kalbim, Unutma ki, mesleğimiz hüzündür bizim, çakırkeyiflik değil. Hani Fudayl vefat edince Vekî demişti: “Bugün yeryüzünden hüzün gitti.” Öyle yaşa, öyle göç.Birazdan kalkıp gidecek gibi. Üzerine dünyanın kirleri bulaşmasın. Uzak dostlarından biri, Fernando Pessoa, bir yazısında, “Su gibi aziz kıl beni, gökyüzü kadar yüksek. Düşüncemin yolları çamursuz olsun.” diyordu. Dünyayı elinin tersiyle itivermiş bütün uzak ve yakın dostların, akrabaların gibi sen de çamursuz yollarda yürü, tertemiz kal. Ey kalbim, Muktedirlerden uzak dur. Onlardan dost edinme kendine. Dostun hep yoksullar, garipler, horlanmışlar olsun. Dostların hep onurlu insanlar olsun, vicdanlı insanlar olsun. Bir muktedirin gözüne gireceğine, bir yoksulun gönlüne gir. Onlar arasında geçir ömrünü. Dünya nimetlerinden sakın kendini. Onlar yüzüne güldükçe sen sırtını dön. ‘Haydi’ de, başka kapıya! Saltanat bütün büyüsü ve görkemiyle yürüyüp gelse, çekiliver, geçip gitsin. Ey kalbim, Hava büsbütün zehirlendiğinde, ciğerlerini korumayı bil. Yükseklere çık ve temiz hava solumaya bak. Yalnız ruhunu değil, kalbini ve ciğerlerini değil, aklını, fikrini, gözlerini ve dilini koru çürümüş ve kokuşmuş havadan. Kendini yalanlardan koru! Kirli gazete sayfalarından, zehirli ekranlardan, münafıkça sözlerden sakın kendini. Tanıdığın kimi eski yüzleri unut. İnsan ölüleri taşıma kalbinde. Unut ve bir daha hiç hatırlama! ‘Tanımıyorum’ de sorduklarında, ‘hiçbirini tanımadım’! Kimi eski sesleri de sil hafızandan, hiç işitmemiş ol onları. Bir yara gibi çınlayıp durmasın zihninin duvarlarında. Böylece kurtul ağırlıklarından, hafifle. Kimseleri düşman belleme kendine. Eğer düşmanlık edeceksen, bütün kuvvetinle kalbindeki düşmanlığa yönel. Ey kalbim, Kırıp döken bütün sözlere, aşağılamalara, iftiralara, kara çalmalara tebessümle bakıp geç! Sözünü israf etme, vaktini harcama. Kapkaranlıkları geride bırak, ağız dalaşını geride bırak, çürümüş havayı geride bırak, yılan dilleri, yılışık yüzleri, eğri büğrü sözleri geride bırak. Bir yüce yere çık, oradan bak, oradan konuş. Yürü ve gittiğin yere baharı götür. Ey kalbim, Yine uzak bir dostun, Henry David Thoreau, Walden Gölü’nün kıyısından sesleniyordu: “İnsanlığımız, yönetime tabi olmamızdan önce gelmelidir.” İlk tanıştığınızda, ‘bana ne kadar benziyor’ demiştin. Sonra hiç bırakmadın izini. Yolunuz, daima özgürlüğe çıktı. Kimi zaman bir dağ başında durup birlikte söylerdiniz: “Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna çoğunluğun değil de vicdanın karar verdiği bir yönetim olamaz mı?” Ey kalbim, Pek sevdiğin Stefan Zweig, hayalindeki özgür ve mutlu Avrupa fikrinin ölümünü gördüğünde, yazmanın da anlamı kalmadı demişti: “Ne yazarsanız yazın, müthiş bir fırtınaya fırlatılmış kâğıt parçasından farkı yoktur.” Şimdi burada, senin ülkende öyle değil mi? Haya uçup gitmiş, yalan revaç bulmuşsa, güzel ve doğru sözün ağırlığı kalır mı? Sonra Zweig, benzerlerini, yani bir bakıma seni de dahil ederek, “Bizler” demişti, “Dağ keçileri ve aslanpençeleri gibi nesli tükenmeye başlayan yaratıklarla bitkilere benziyoruz artık.” Böyleyken, umudun kapısını açık tutup, teselli veriyordu: “Her türlü bölünmeye, düzlemeye, alay eder gibi karşı koyan güçler mevcut yaşamda. Doğa tüm şekilleriyle değişken, mevsimler de dağları ve denizleri sürekli yeniliyor, biçimlendiriyor. Aşk, değişik oyunlarını henüz oynayıp duruyor, sanat inanılmaz yaratıcılığını sürdürmeye devam ediyor, müzik hâlâ insanların hep değişik sesler veren kaynağından taşıp duruyor, kitaplar sayısız görüşleri yaymayı sürdürüyor.” Evet, kültür ve medeniyet dediğimiz şey, toplumun binlerce yıldır oluşturageldiği değerler, şekilci ve kaba bir anlayışın elinde örselenecek; belki gittikçe ‘parçalanacak, ruhsuzlaşacak’ fakat, ‘insanlığın en eski değerleri’ ruhun ve karakterin unsurlarını yığınların sömürmesi mümkün olmayacak. Ey kalbim,Mümkün olmayacak.Halil Cibran’ın Tanrı Elçisi’nde dediği gibi,“Ey, Orphalese halkı,davulu susturabilir,lirin tellerini çözebilirsinizya da kırabilirsiniz,fakat şakımayı bırakması için,kim buyruk verebilir tarlakuşuna?” Ey kalbim,Özgür tarlakuşunu kim susturabilir?Ve şimdi sen, yürüyüp giderken, başını çevir ve şöyle de: Dünyanızdan başka neyiniz var ki!