![]()
Haydi herkesin bildiğinden başlayayım: Fuzulî’nin ‘Selam verdim, rüşvet değildür deyu almadılar’ dizesi ile! Her yeni rüşvet haberiyle ilk hatırladığımız söz bu! Bir de ‘Rüşvetin belgesi mi olur? P….venk!’Dahası, bir de solcu bir derginin gelir gider hesaplarını sorgulayan Aziz Nesin’e, o hesapları tutan kişinin bazı borçları banka çekiyle ödediğini iddia ettiğinde, ‘peki, o çeklerin dip koçanları nerede?’ sorusuna verdiği cevabı: ‘sosyalistler dip koçanına tenezzül etmezler!’ [Bu sonuncu örnek, doğrudan rüşvetle ilgili değil, ama bir yolsuzluğu gerekçelendirmekteki absürdlüğü göstermek bakımından bana eğlenceli gelmiştir...] Rüşvet, bir illet! Bu illetin de bir tarihi var. Prof. Dr. Ahmet Mumcu, ‘Osmanlı Devleti’nde Rüşvet’ adlı çalışmasında rüşvet’in ‘devletleşme aşamasına gelen bütün toplumlarda görül[düğünü]’ bildiriyor. Mumcu, kitabın 2005 yılında yayımlanan 3. baskısına yazdığı önsözde ‘rüşvet suçunun önlenmesi[nin] olanaksız derecede zor’ olduğunu, ama önlenemese de tehlike derecesinin azaltılabileceğini ama ‘Türkiye’de bu azaltmayı sağlayacak ekonomik, ahlakî ve toplumsal önlemlerin alınması[nın], giderek bozulan değerler sistemi nedeniyle yerine getirilmesi[nin] son derece zor bir iş’ olduğunu da belirtiyor. Gerçekten de öyle! Nitekim, Mumcu’nun temas ettiği ‘değerler sistemi’ Müslüman Türk toplumunun İslamî ahlak değerleridir. Bu değerler sisteminin çoktan çökmüş olduğunu ve bunun özellikle İslamî hassasiyetleri olan iktidarlar eliyle onarılmak ve tahkim edilmek ihtiyacının hissedilmediğini müşahede etmek, fevkalâde esef vericidir.Ama öyle görünüyor ki, bu illete eski deyişle dûçâr olanlar, maalesef devletin başında olan insanlar arasından çıkıyor: Örnek, Kanunî Sultan Süleyman’ın vezir-i âzamı Rüstem Paşa’dır. Prof. Mumcu, Rüstem Paşa’nın ‘Devlette memurluk satımı yolunu açtığı[nı] ve rüşvetçi yöneticinin ilk önemli temsilcisi olduğu[nu] bildiriyor. Demek ki, devlette vezir-i âzamlık seviyesinde rüşvetçiliğin soy kütüğünde, en tepedeki adam, Kanunî’nin damadı ‘kehle-i ikbal’ Rüstem Paşa… Mumcu bu konuda şöyle diyor: ‘Gerçekten de belgeler de bu Devlet adamının türlü yolsuzluklarını, bu arada rüşvet alarak pek çok makamlara tâyinler yaptığını, zimmetine para geçirdiğini gösterir.’ Yine Mumcu’nun belirttiğine göre, Kanunî Sultan Süleyman’ın son devirlerinde rüşvet, Devlet mekanizmasının hemen hemen her koluna hâkim olmuştur. Dahası, rüşvetçilik dürüst bir yönetimle eş tutulmuş, ‘zira çeşitli sebepler artık rüşveti Devlet yönetiminin zorunlu bir parçası haline getirmiştir’. Rüşvetin, norm haline gelmesi! Gazi Giray, bu durumu şu dizelerle dile getirir: Ehl-i İslâm illerin küffar gayet eylediEy hûdâ nâ-teresler siz rüşvet alın oturun… Avusturya İmparatoru Ferdinand’ın elçisi olarak İstanbul’a gönderilen Ogier Ghiselin de Busbeck, 1939 yılında Hüseyin Cahit Yalçın tarafından Türkçeye çevrilen ‘Türk Mektupları’nda Avusturya ile barış antlaşması imzalanması konusunda rüşvet teklif ettiğini, Paşa’nın da bunu kabul ettiğini bildiriyor. Zeki Arıkan’ın ‘Busbeck ve Osmanlı İmparatorluğu’ başlıklı makalesinden [Osmanlı Araştırmaları IV, 1984] öğrendiğimize göre, Busbeck, Osmanlı sınırından içeri girer girmez ‘kesenin ağzını sık sık açmak zorunda kalmıştır. Bu, rüşvet anlamına gelmektedir.’ Arıkan, ‘Aslında rüşvet, Osmanlı toplumunda yaygın bir olaydı. Birçok yüksek görevlerin para karşılığında verildiği de görülmekteydi. Busbeck’in Osmanlı görevlilerinin bu zayıf tarafını hemen yakaladığı anlaşılmaktadır’ demektedir. Fransızların güzel bir deyişi vardır: ‘Plus ça change, plus c’est la mêmê chose!’ h.yavuz@zaman.com.tr