
İnsanların hassasiyet dereceleri de hassasiyet yönleri de farklıdır. Mizaç farklılığı denilen şey de burada ifadesini bulur.
Sıhhatli bir fizyolojik yapının özellikleri bellidir. Maddî; tahliller ve tetkikler bunu açıkça ortaya koyar. Birçok sıhhat göstergeleri sayısal olarak dahi net olarak ifade edilebilir. Gerekli tetkik ve tahlilleri yaptıktan sonra, kesin bir biçimde “Şu insanın hiçbir hastalığı yoktur.” veya “Şöyle bir hastalığı vardır.” diyebilirsiniz. Buradaki münasebet, mütekabil bir berraklığa sahiptir: Sıhhatin ölçüleri belli ise, ondan sapma demek olan hastalığın ölçüleri de bellidir. “Psikosomatik” parantez dışında, fizyolojik-biyolojik bir teşhis problemi esas itibarıyla mevcut değildir.
Fakat psikolojik (ruhî;) planda durum karmaşık (kompleks) bir mahiyet arz eder. İnsanı bir bütün olarak ele almazsanız, manevî;-ruhî; şartlara öncelik vermezseniz, çok ağır hatalara sürüklenirsiniz. Hele her teorinin ancak yıllar boyunca test edildikten sonra (varsa) doğruluk derecesinin ortaya çıkabileceğini ve ihtiyatla karşılanması gerektiğini bilmezseniz, kaş yapayım derken göz çıkarmak akıbetinden kurtulamazsınız.
Scott Veggeberg'in kitabı şu satırlarla bitiyor: “Biyolojik psikiyatrinin zihne bakış açısı hayal kırıklığına uğratıcıdır; çünkü çok maddî; ve çok basittir… Nihayetinde nöro kimya aşkı sona erdikten sonra ve bilim adamları bu yaklaşımla açıklayabileceği şeylerin sınırına dayandığında ve bütün insanlık problemlerini bir tutam molekülle çözmeyi başaramadığımızda, belki şöyle bir yerimize oturacağız ve gerçekten ne öğrendiğimize bakacağız…”
Bakacaksınız da, o noktaya gelene kadar gerçekleştirdiğiniz uygulamaların konusu olan “insan” acaba bu defaki teorik saplantılara neler ödemiş olacak? Freud ayrı bir alemdi, ona karşıymış gibi görünen biyolojik iddia da materyalizm darlığına sıkışıp kalmış bir başka sıkıntılı görüş. Veggeberg'in dediği gibi “çok maddî;, çok basit.”
Uzmanlardan biri diğerine soruyor: “Depresyonun tanımını yapar mısınız?” El-cevap: “Sıkıntı, uykusuzluk, güvensizlik, önemsizlik gibi belirtiler gösteren ruhî; bir çöküntüdür.” Bu tanım, depresyon kelimesinin Türkçeye “ruh çöküntüsü” olarak tercümesidir. Yani aslen ilmî; bir tanım değildir.
Zaman-zaman uykusuzluk, sıkıntı, endişe hallerini yaşamayan insan var mıdır? En basitini söyleyeyim: Her ciddi imtihan öncesinde bu haller yaşanır… Halbuki tedaviyi anlatırken anti-depresan ilaçların mutlak ve yegane çare olduğundan söz ediliyorsa tanım da o ilaçların niteliğine göre yapılmalıdır. Yani denilebilir ki: “Depresyon beyinde, plazmada, serotonin-dopamin-nöradrenalin gibi maddelerin yeterince yoğunlaşmamasından doğan bir hastalıktır.” Ama böyle denilemiyor. Denilemez de!
Mademki, maddî; bir katkı (ilaç) kesin tedavi edici değer taşıyor; ona tekabül eden bir maddî; eksikliğin de aslî; tanım unsuru olması gerekmez mi?
İnsülin eksikse, tamamlıyorsun; bakteri varsa, antibiyotikle yok ediyorsun; daralma varsa genişletiyor, genişleme varsa daraltıyorsun; tıkanma varsa, açıyorsun; fazlalıklar varsa, azaltıyorsun. Her ilaç, bir maddî; sebebe tekabül ediyor. Ve o maddî; sebep, tıbbî; tetkiklerle-tahlillerle tespit edilebiliyor; teşhis de buna göre konuluyor.
Şu halde; depresyon, “dopamin-serotonin-nöradrenalin” artırıcı ilaçlarla kesin tedavi edildiğine göre, (ki bence tam öyle değildir); tanımın ve tanının (teşhisin), o maddelerin eksikliğini ortaya koyan bir tespite göre yapılması gerekmez mi? Fakat öyle olmuyor. Bazı hallerin tezahürü ve onların üzerinde fikri değerlendirmeleri yapılması hareket noktasını teşkil ediyor.