Kangren halini almadan sorun çözemeyişimizin arkasında pek çok neden var. Kuşkusuz en başta demokrasi noksanlığı geliyor.Ama problem çözme kapasitemizin eksikliği, uzlaşma kültürünün olmayışı ve empati eksikliğinin yanı sıra bilimsel verilere aldırmadan her sorunu bize özgüymüş gibi görme alışkanlığı da önemli faktörlerden. 111 imzalı “Barış için Özgürlükçü Demokrasi” girişimine öncülük eden isimlerin İstanbul'da düzenlediği toplantı bu açıdan umut vericiydi. Çünkü “Kürt Sorununun Çözümü İçin Atılması Gereken Adımlar” başlıklı toplantıda, siyasi tarafların artık bilinen yaklaşımlarının ötesine geçilerek, sorunun farklı boyutları ve başka ülkelerin tecrübeleri bilim adamları tarafından masaya yatırıldı. Kapalı kalan noktalar sorularla açıldı. Mesela hukukçu bir akademisyen, Kürt sorunu olmasa da kamu hizmetlerinin rasyonel örgütlenmesi, siyasi katılımın artırılması ve etnik, kültürel farklılıklara hak verilmesi gibi nedenlerle Türkiye'nin yerel yönetimleri güçlendirmesi gerektiğini anlattı; Fransa'nın örnek alınabileceğini savundu. Bir başkası, İspanya ve İngiltere tecrübelerini önerince İskoçya ve Katalan bölgesinin yakında bağımsızlık referandumu yapacağı hatırlatılarak buna itiraz edildi. Ekonomik açıdan ayakta duramayacak yerel yönetimlerin yürümeyeceği, bir bölge veya bir etnik gruba özel uygulamaların başka grupların itirazına neden olacağı kaygıları paylaşıldı. Akademisyen, gazeteci ve STK temsilcilerinin yanı sıra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katılımcılar arasındaydı. Ama 6 saatlik toplantıda not almak ve kısa bir kapanış konuşması dışında dinlemeyi tercih etmesi dikkat çekiciydi. CHP'nin çözüm sürecine bakışının anlaşılmadığı, partiden cızırtılı bir ses çıktığı eleştirisine bile cevap vermedi. Çelişkili tavırlardan dolayı pek fark edilmese de aslında CHP'nin önemli reform önerileri var: Seçim barajının düşürülmesi, Siyasi Partiler Yasası'nın değiştirilerek partilerin demokratikleştirilmesi, gösteri yasasının değiştirilmesi, basın ve din özgürlüğünün önündeki engellerin giderilmesi, fail-i meçhullerin soruşturulması, mayınlı arazilerin temizlenmesi,TSK iç hizmet kanunu 35. maddenin değiştirilmesi bunlardan bazıları. CHP ve AK Parti istese yeni anayasayı beklemeden Meclis'te bu reformları hayata geçirilebilirler. Kürt sorununun özünde bir dil problemi olduğundan hareketle anadilde eğitim ve dünyadaki durum üzerine Avrupa'da yaşayan bir Türk uzmanın sunduğu tebliğ hem bilimsellik hem empati açısından çok anlamlıydı. İki çocuğunu Avrupa'da azınlık olarak yetiştirmek durumunda kaldığı için ülkemizdeki Kürt ailelerinin durumunu daha iyi anlıyordu. Üstelik dil alanında saygın bir bilim adamıydı. Verdiği bilgilere göre dünyada konuşulan 6800 dil var ama hepsi resmi dil değil. Dünya nüfusunun yüzde 95'i 200 dili konuşuyor. Diğerleri sadece evde ve özelde konuşulan diller. Devletlerin çoğu, politika geliştirmek ve kaynak aktarmak gerektiği için azınlık dillerini sorun olarak görüyor. Çoğu kez de yok saymayı tercih ediyor. BM, UNESCO, AB, AGİT gibi örgütler çok rapor yazsa da bağlayıcı olmadığı için etkisi yok. Genel olarak bu konuda 3 model var: Birincisi, azınlıktaki çocuğun dilini yok sayan model. Anlayış şu: Çocuğu derin havuza at, yüzerse kurtulur, beceremezse talihine küser. Demokraside örnek aldığımız Batı Avrupa'daki yaklaşım bu. Bazı ülkelerde, okulda anadili konuşma yasağı bile var. Halbuki entegrasyona engel olacak gibi yanlış bir anlayışla Türkçe veya diğer anadillerin öğretilmemesi daha büyük sorunlara yol açıyor. İkinci model, anadilde başlayıp resmi dile eğitime devam eden geçişli model. Kökeni ne olursa olsun bireyin gelecekte başarılı olup topluma katılmasını önemseyen ülkeler bunu yapıyor. Üçüncüsü ise anadile saygının tam olduğu Kanada, Avustralya gibi birkaç ülkenin uyguladığı çoğulcu model. Tablodan çıkan sonuç, bu sorunun sadece Türkiye'nin değil dünyanın sorunu olduğu. Batı Avrupa'daki Türk çocuklarının yaşadığı sorun ile Türkiye'deki Kürt çocukların sorunu arasında pek fark yok. Önerilen, konunun siyaset ve kimlik meselesi olarak değil, çocuğun duygusal ve bilişsel gelişimini merkeze alan bir yaklaşımla ele alınması. Bilimsel açıdan bir çocuğun ikinci dili iyi öğrenmesi, anadilini öğrenmesine bağlı. Anadil eksik olursa diğer dil de öğrenilmiyor ve ortaya yarım dillilik gibi bir anomali çıkıyor. Bu da büyük bir sosyal bir yara. Üzücü olan, sürekli konuşulan bu mevzuda ne devletin ne partilerin bir çalışmasının olması. Konuşulanları uygulamak için ne öğretmen, ne araç gereç, ne tecrübe mevcut. Birçok model içinden uzmanın Türkiye'ye önerdiği, basamaklı geçiş modeli. İhtiyacın tespit edilmesi, pilot uygulama ile başlanması ve bunun sadece Kırmançi ve sadece bir bölge için değil, ailelerin talebine göre ülke çapında her anadili kapsaması. Keşke böyle seviyeli paneller daha çok yapılsa ve iktidardaki AKP ile anamuhalefetteki CHP başta olmak üzere tüm partiler boş polemiklerle vakit harcamak yerine, ciddi sorunları tüm boyutlarıyla ele alan, çözümler öneren raporlarla yarışsa.
↧