Bellekten çıkıp gitmeyen dizeler.Yıllar boyu size anlam getiren şiirler.Onlarla hep bir arada yaşamak.Gerçek yakınlarınızın bu dizeler, bu şiirler olduğunu çok sonra kavrıyorsunuz. Benim öylesi çok şairim var. Yurt coğrafyasının şairi Cahit Külebi onlardan biri. Onu anmak istiyorum.Cahit Külebi’yi yıllar önce -artık “çok uzun yıllar önce” demeliyim-, Ankara’da, Türk Dil Kurumu genel yazmanıyken tanımıştım. Kurumun o zamanki yönetimi yeni yeni üyeleri, hele ‘genç’ üyeleri gereksinmezdi. Genç yazarların kuruma üye seçilmesi onun döneminde başlamıştır. “Baş vur, seni üye yapalım” demişti.Türk Dili dergisine yazılar gönderiyordum; öyle sanıyorum ki, onlara da arka çıktı. Türkçe’yi önemseyenlere yol açmak isterdi. Ama hep sessizlikler, söylemeyişler ardında...Türk Dili dergisi yılda bir ya da iki kez özel sayı çıkarırdı. Türk Öykücülüğü Özel Sayısı’nın giriş yazısını benim yazmamı istemişti. Kim bilir ne zaman. Çok sevinmiş, kıvanç duymuş, kılı kırk yararak yazmıştım. O günlerin ‘moda’sı bir iki hikâyeciye yönelik sözlerim dolayısıyla bu yazı tepkilerle karşılandı. Lise son sınıf Türk Dili ve Edebiyatı hocam Rauf Mutluay Yeni Ufuklar dergisinde, koskoca kurumun dergisinde böyle bir genel değerlendiriş acemi bir kaleme mi bırakılmalıydı diye yazmıştı.Cahit Bey’e, yol açtığım kargaşalık için özür dileyen bir mektup yazdığımı hatırlıyorum. Hemen yanıtladı; asıl düşüncelerini, gizlisiz saklısız, insan gençken söyleyebilir, hiç üzülme diyordu...Ayrı kentlerde yaşıyorduk ve seyrek görüşüyorduk. Şimdi bana hüzün getiren anılar: Cahit Külebi dendi mi, ille ışıltılı bakışlar. Kendisinden gençlere değer veren duyarlı yaradılışı. O hep utangaç tavırları, sözleri. Bir Anadolu çocuğu olmaktan duyduğu övünç. Ankara’da şık bir lokantada yediğimiz öğle yemeği, yazmamı öğütleyen sözleri.Kral Çiftliği’ydi galiba o lokantanın adı. Sıcak bir temmuz günüydü. Ali Püsküllüoğlu da bizimle birlikteydi. Külebi yaşamından söz açmıştı. Sağ-sol kavgasının sillesini yiyenlerdendi. Bir dönem Hisar dergisinin çevresinde olması, Süt adlı kitabının Hisar Yayınları’nca basılması, bütün eski arkadaşlarını fena halde kızdırmış.İkide birde gözleri yaşarıyordu. Bitmeyen sağ-sol meselesinin dışında kalmak istemiş, insanların hiç değilse ‘şiir’de birleşebileceklerini ummuş. Döneklikle suçlanmıştı. Nitekim Hisar çevresinden ayrılınca, bu kez de Hisar’cılarla döneklikle suçlanacaktı. Anlatıyor, dediğim gibi, sık sık gözleri yaşarıyordu.Oysa şiirleri, eşsiz şiirleri! Nice yıllar “Dost” şiirini ezbere söyleyip durdum:“Bir gece habersiz bize gel / Merdivenler gıcırdamasın, / Öyle yorgunum ki hiç sorma / Sen halimden anlarsın.” Sabahlara kadar konuşuluyordu bu şiirde, sonra mavi bir gökyüzü, kanatlar, “Dokunarak uçalım.” Hele son dörtlük: “İnsanlardan buz gibi soğudum, / İşte yalnızca sen varsın. / Öyle halsizim ki hiç sorma / Anlarsın.”Sonra İstanbul’da, Yeniköy’de bir deniz kıyısı lokantası; 1970’lerin iyice sonuna gelmiştik; yaz akşamıydı. Cahit Bey bize yeni şiirini okumuştu: “Gömüt”. Bezgindi; bir yirmi yıl daha yaşayacaktı ama, “ölümü düşünüyorum” demişti.“Gömüt”ün ilk üç dizesi o akşamdan sonra hep benimle yaşadı. Uzun yollarda, yurt içi yolculuklarda, birden karşımıza çıkan her mezarlık bana hep o ilk üç dize: “Dağ başına gömsünler beni. / Bir yanımda bir küçük pınar, / Bir yanımda sen.”Belki daha eskilere dönüp “Küçük Çeşme”yi de hatırlamak, hatırlatmak gerekir: “Küçük bir çeşmeyim yurdumun / Unutulmuş bir dağında. / Hiç kesilmeyecek suyum / Yıldızların aydınlığında / Boyuna akar dururum.”Behçet Necatigil, “Dost” şairi için, “Zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi” diyor. Herkesin özgüvençlerle böbürlendiği bir çağda Cahit Külebi ne kadar başka bir duyarlığın şiirini söylemiştir... Güvensiz miydi? Belki. Galiba ‘yarın’ kaygısı peşini bırakmamıştı. Tokat’ın Çeltek köyünde doğmuş. Tokat’tan, Sıvas’tan İsviçre’de öğrenci müfettişliğine yaşantılar; ne var ki, doğup büyüdüğü yerleri sık sık özlemle anardı. Büyük kentlere özlemi çocukluğunda, ilkgençliğinde duyumsamış ama, sonraları, oralarda yaşamaya başlayınca kentlileşmeden tedirginlikler... “Toplumsal kötülükler” der bir yazısında, kötümserliğe alıp götürmüştür. Bir dizesi de şöyle: “Doğanın mı bataklığındaydık biz, kişinin mi?”Dahası, engin bir duyarlılık. Yeşeren Otlar’da “Farenin Ölümü” kaç kez gözlerimi yaktı! Evlerin zavallı farelerini bu yüzden sevmedim mi?!“Umutsuzdu, yalnızdı, hali yoktu, / Canı çok yanıyordu günlerden beri. / Ne alnında dolaşan bir dost eli / Ne yardım isteyecek kimsesi vardı / Ne Tanrısı ne de peygamberi.”“Farenin Ölümü”nü televizyonda, canlı yayında okurken kesik bir hıçkırıkla durakalmıştım. “Farecik! Nazlıcık! Garipçik!” Gerisi gelmiyordu. Ertesi gün Bodrum’dan beni aradı; nicedir görüşmüyorduk; sesi titriyordu. Zaten son yılları genç ölüm ayrılıkları, acılar içinde geçti...Cahit Külebi şiiriyle bire bir baş başa kaldığım dönem, Tokat’ta askerliğim sırasındadır. Unutulmaz “Tokat’a Doğru”, “Tokat’a Girerken”, “Sıvas Yollarında”... Bu şiirlerde öyle bir ustalık gezinir ki, benim Tokat’a, Avcı Er Eğitim Taburu’na gidişim, şiirlerin yazılışından yıllar sonra, neredeyse kırk yıl sonra, ama üçü de coğrafyanın ruhunu dile getiriyordu.Tokat’a girerken ve Tokat’tan ayrılırken her tarafı yeşil bir derin vadiyi gördüm mü bilmiyorum. Önemi de yoktu. Çünkü Cahit Bey’in şiiri daha özde yaşananı, duyumsananı da yazmıştı: “Ben hep gece geçtim oradan / Bir su gibi dibinden ekinlerin.”Cebeci’li Ankara şiirlerinde yeni başkentin ülküleri tek tek saptanabilir. O Ankara’da, Dil Kurumu’nun kurultayı sırasında, Bedrettin Cömert’in öldürülüşüne de tanıklık edecek, korkunçça değişen Ankara’nın yasını tutacaktı.Külebi 1977’de “Doğu”yu yazdı, unutulmayacak bir yurt şiiri daha: “İşte Doğu bu. / Kesilmiş koyun başı / Gibi bakar orda insan gözleri. / Sevdalar, sıcaklık, yumuşaklık / Türkülerde kalmış, bin yıldan beri.”12 Eylül’ün bitiminde siyasete atılması “uygun” bulunmayanlar arasında Cahit Külebi de vardı. Gazetelerden okuyorduk. Kurucuları arasında olduğu parti yeni ‘demokrasi’ dönemi için sakıncalı bulunmuştu. O zaman memleket sevgisiyle yüklü bu şiirleri okumak, yeniden okumak ihtiyacını duymuştum.İlkokul, ortaokul, lise; coğrafya kitaplarımız. Enlemler, boylamlar. Ne öğrendim onlardan? Ama Cahit Külebi’nin şiirleri öyle mi? Bütün yurdu ürpertili bir kucaklayış söz konusu.Hangi 12 Eylül, “Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!” diyebilirdi ki?! Ölümünden dört beş yıl önce, Argos dergisinde bir şiirini yayımlamak mutluluğuna kavuşmuştum. Özünü yitiren Bodrum’da acı-çirkin bir sahneyi yansılayan bir ilençti bu şiir. Galiba son şiiri...Külebi’yi 1997’de kaybettik. Aylardan Haziran’dı. Ankara’da ölmüş. Son döneminde büsbütün içine kapanmış. Şiirinden söz açarken “(...) yaşama sevincinden kötümser başkaldırmaya yönelişten başka bir değişme göremiyorum” diyor.
↧