Quantcast
Channel: ZAMAN-YAZARLAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Leyla İpekçi - Kelimelerin uzağında...

$
0
0
Bazen de terk ediyor insanı kelimeler. Bazı kelimelerin beni terk etmesi, adalet talebinin kendi tekelimde olmadığını fark etmemle başladı.Bana yapılan haksızlıklar ve iftiraların odağı olan kimi kelime avcılarına karşı başkalarının kelime kardeşliğini pek göremiyordum gerçi. Ama canhıraş bir biçimde başkalarının hakları için kelime devşirmekten, en edepli, en gür sesli, en sahici, en yoğun kelime terkiplerini kayda geçirmekten vazgeçmiyordum.Bir gün hatırladım ki, canımız ve hayatımız pahasına mücadele verdiğimiz kelimelerin sahibi biz değiliz. Adaletin ve hakkın sahibi olmadığımız gibi. Emaneti döküp saçmadan, hakkıyla taşıma sorumluluğunun getirdiği bir edep vardı. Ne çok unutmuştuk. O vakit, kelimelerle olan köklü ilişkim yeni bir aşamaya girdi. Başka bir deyişle, ilk günlerin taze ve yalın ilişkisini yeniden canlandırmaya başladım.Neydi o? Her şeyin adını öğrenmeye başladığımızdaki hayret ve hayranlık dönemi. Çocukken dut ağacından düştüğüm bir yaz bahçesinde karınca yolunu bulmuş, uzun uzun takip etmiştim. Dizimden kan akarken, karıncaların yuvasına ulaştığımda hayatın saklı köşelerinde keşfedilmeyi bekleyen ne çok hazine vardı... Karınca yuvası ve dut ağacı benim için kendi anlamlarından daha fazlasını kastederek yer aldılar ilk anılarımda. Kelimelerle hayata bakmak, şeyleri bir de kendi verdiğiniz adlarla anmak, sadece sizin yüklediğiniz anlamlarla çoğaltmak demek. Hayatı kendi dilinizle yaşayabilmek, kâinatın ruhunu kendi harflerinizle diriltebilmek demek...Anılar yaşlandıkça, geçmişten kalan bir ağacı sevgiyle anıyoruz, bir kedi yavrusunu, bir köy evini, bir ılık rüzgârı, bir kokuyu yeniden bulmuş gibi hüzünleniyoruz… Belki hayretle fark ediyoruz ki, aslında onları hiç yitirmemişiz, bizimle yaşlanıp duruyorlarmış. Kelimeler de böyle benim için. Hep benimle yaşıyorlar. Onlara eşlik ediyorum. İçimde bambaşka seslere, hüzünlere, sevinçlere bürünüp etrafa dağılıyorlar kendi alfabelerinde. Sayısını yalnızca Allah’ın bildiği kelimelerimle, şu dünyadan gelip geçiyorum herkes gibi...Kelimeleri öğrenme yükümlülüğünü sırtlanan Âdem’de (as) bir bakıma dişil bir nitelik ortaya çıkıyor. Neye gebe olduğunun şuuru onu tabiri caizse kelimelerin ‘annesi’ kılıyor aynı zamanda. İlk doğum, ilk kâmil insan Âdem’den başlıyor diyebiliriz. Âlem’de ne varsa Âdem’de de var. Daha önceki tüm mertebeleri kendinde topluyor kâmil olan Âdem. Böylesi bir içine alış, böylesi bir kuşatma, benlikten varlığa miraç etmiş ve cinsiyetinin ötesine geçebilmiş, kendi güzel yokluğunda çoğalabilmiş bir Âdem’le mümkün sanırım ancak.Kelimelerin anneliğini yapmak, her birimize neyi doğurduğumuzu da müjdeliyor kuşkusuz. Gelgelelim memleketin bugününde olanca ağırlığıyla üzerimize atılan kelimelerle mücadele ediyoruz. Eylem, adalet talebi, zulüm, haksızlık, yüzleşmek, devlet, savaş, barış, silah, emperyalizm, anti kapitalizm, vicdan, vahşi kapitalizm, çevre, darbe, cunta, solculuk, demokrasi mücadelesi, muhafazakârlık, Batı, biber gazı, Taksim, Gezi, şiddet, medya, İslamcılık, başörtüsü... Bunları sarf etmemek, onlara duyarsız kalmak, onların üzerimizden tank gibi geçmesine izin vermek dilsiz şeytanlıkla eşdeğer. Her birinin sorumluluğunu iliklerimize dek hissediyoruz bu ülkede. Ve her birini nefsimizden geçirerek, nihayetinde birer kelime sarrafına dönüşerek kullanıyoruz. Kaçınılmaz bir ilişki bu. Ama bize doğum müjdesi vermekten çok uzak.Öylesine ‘kamulaştırılmış’ kelimelerde yaşamaya çalışıyoruz ki, biricik niteliklerini telaffuz edebilmek için onların kadim belleğine inmek ve bunu için epey çaba sarf etmek gerekiyor. Bazı kelimeler ise öylesine şahsileşmiş, öylesine nefsin zanlarıyla beslenmiş oluyorlar ki, hislerimi yalama yapmasına izin vermekten de, onları hiçbir şey olmamış gibi sarf etmekten de utanıyorum. Fakat kelimeler de kanıksanıyor. Neyi kastettiklerini unutturuyorlar. İçleri boşalıyor sarf edilmekten.Tepemizde insansız savaş uçakları dolaşırken, sokağımız kanlı ve kansız kıyımların en hainlerine sahne olurken eskimiş, tozlanmış kelimeleri raflardan indirip parlatmak oluyor bazen de payımıza düşen. Kelimelerin kutlu doğumunu bize unutturan bu hayata inat. Ve şairin dediği gibi: “Ağır bir sızıyı yaşıyor yüzler kentin ucunda/Ve yapayalnız bir ölümü akşam oldu mu/İncecik bir hüznün ağarttığı...”

Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue