Image may be NSFW.
Clik here to view.
Yavuz’la, İsmail arasında taraf olmak, sadece bir iktidar savaşında ve bu iktidar savaşını yürüten devletler nezdinde taraf olmaktır. Yavuz da, İsmail de Türk’tür. Hatta bıraktıklarını takip edersek İsmail, Yavuz’a göre daha Türk’tür.İran Şahı İsmail’in Hatayi mahlasıyla yazdığı şiirler, bugün Türk Halk Edebiyatı’nın şaheserleridir. Osmanlı Padişahı Yavuz’un ise sağlam bir Farsça divanı vardır. Yavuz’un Sünniliği, İsmail’in Aleviliği de bu iki devin savaşında sadece bir ayrıntıdır. Düşmanlığı getiren inançlar değil, bu coğrafyaya kader gibi işlenen jeopolitik rekabettir. Meseleye mezhep veya inanç penceresinden bakanların, Yavuz’un ordusunun Hacı Bektaş Dergahı’ndan beslenen Bektaşi Yeniçeri’lerden oluşmasına bir açıklama getirmesi lazım. İran’da İsmail’in bıraktığı hiçbir iz yok. Ama Anadolu hâlâ onun Kerbela ağıdını tekrarlar. 500 yıl önce İsmail’den yana olmak, Osmanlı’ya başkaldırmaktı. Bugün İsmail’e düşmanlık etmek, bu toprakların hamuruna aykırı. İktidar rekabeti geride kalınca bu iki büyük ismin bıraktığı miras hepimiz için bir zenginlik kaynağı.İsmail bir devlet adamı olarak geride kaldı. Şiirleriyle irfanımızın, kültürümüzün bir parçası. Ama Yavuz sadece bizim değil, bugün istikamet arayan geniş bir coğrafyanın kaderini şekillendirdi. Şems-i Bitlisî vasıtasıyla Kürtlerle kurduğu ittifak, koskoca Ortadoğu’nun huzur ve istikrarının denge noktasını oluşturdu. Kürtler huzur buldu, Arap halkları felaha erdi. Yüzyıllarca süren bir sükun ve huzur gerçekleşti. Kime karşı? Tarih boyunca hep karışıklık peşinde olan İran’a karşı. Şayet beş asır önce Yavuz değil de, İsmail kazanmış olsaydı kadim Fars milliyetçiliği bu işten kazançlı çıkacaktı. Hepimiz Yavuz’a çok şey borçluyuz. Hatırlayalım. İsmail ile rekabet ederken Anadolu boşalmış, Türkmen aşiretleri boy boy İran’a sığınmıştı. Sonraki yüz yıl boyunca gidenler geri döndüler. İran’da kendileri ve çocukları için bir gelecek bulamadılar. Dün olduğu gibi bugün de sadece bizim ülkemizde yaşayanların değil, Suriye’de ve Irak’taki halkların, hatta daha geniş bir coğrafyanın geleceği İsmail’in değil Yavuz’un ellerinde. Suriye’de İran kazanırsa, daha on binlerce masumun kanı akacak. Türkiye’nin dediği olursa huzur ve barış gelecek.Bu yüzden Yavuz’a yapılacak bir haksızlık, dünün iki inancı veya siyasi duruşu karşısında taraf olmaya benzemiyor. Eğer beş asır öncesinden bir rekabeti bugün inanç temelinde Yavuz’a itirazın gerekçesi olarak öne sürenler varsa, onlar önce kendi inançlarına ters düşmüş olacaktır. Türkiye hâlâ Yavuz’un kurduğu Osmanlı barışı peşinde koşuyor. Dün İran yüksek devlet siyasetini, inanç propagandası ile yürüttü. Bugün de devlet çıkarlarını mezhep zırhı arkasında koruyor. İran’la Türkiye arasındaki rekabete mezhep gözlüğü ile bakanlar kestirmeden İran’ın çıkarlarına hizmet ederler. Yavuz’a itirazı Alevî-Sünni rekabeti referansına dayandıranlar dünkü iktidar hesabını bugün İran adına görmüş olurlar. Yavuz, Osmanlı barışını tesis eden Osmanlı padişahıdır. Bu barış mahviyetkar bir ahlaki prensibin üzerine inşa edilmiştir. Masa başında emperyalist güçlerin cetvelle çizdiği sınırlarla yok edilmiştir. Ağlayıp sızlamak, halimize kahretmek yerine artık toparlanmamız ve kaderimizin dizginlerini elimize almamız lazım. Bunun için Yavuz gibi büyük olmak, büyük düşünmek ve büyük işlere kalkışmak zorundayız. “Yavuz’un adını köprüye vererek mezhep ihtilaflarını kaşımanın ne gereği vardı?” itirazı, ya küçücük bir pencereden dünyaya bakmak ya da İran devletinin gayretini gütmektir. Yavuz, bu coğrafyada barışın adıdır. Hükmünü yürütmelidir.
Clik here to view.
