Türkiye, etnik, dinsel, dilsel, kültürel, ideolojik birçok bakımdan çoğul yapıda, hassas dengeleri olan bir toplum. İçinde başta Türk ve Kürt, Sünni ve Alevi, dindar ve olmayan, Müslüman ve olmayan, demokrat ve vesayetçi, laik ve laikçi, özgürlükçü ve otoriter birçok ayrışmayı barındırıyor.Yönetim, toplumdaki bu ayrışmaları, aralarındaki hassas dengeleri gözetmek mecburiyetinde. Çoğul yapıda bir toplum, çoğunlukçu (çoğunluğun desteğine sahip olan her istediğini yapar diyen) bir anlayışla asla yönetilemez. Aksine, çoğulcu (farklılıkları zenginlik olarak gören, karşılıklı saygıyı yerleştiren) bir yönetimi zorunlu kılar.Başbakan Erdoğan’ın 2011 genel seçimlerine kadar uzanan dönemdeki performansı, toplumun yapısını ve hassas dengelerini gözeten bir çizgi izledi. Partisinin oyların yarısını toplamasında rol oynayan en önemli etkenlerden biri de bu oldu. Ne var ki, Sayın Başbakan bu yüzde 50’yi aldıktan, askerî vesayeti de geriletmeyi başardıktan sonra, şişirilmiş bir özgüvenle her istediğini yapabileceğini, kimseyi dinlemek zorunda olmadığını, sadece seçimden seçime hesap vermek durumunda olduğunu varsayan, özgürlükçü demokrasiyle bağdaşmaz bir tavır benimsedi. Bu tavrın onu getirdiği nokta (bunları ne maksatla söylediği muğlak da olsa) Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın anlattığı yer: Muhalefetin yıllarca uğraşsa yapamayacağını, başka türlü bir araya gelmeleri düşünülemeyecek grupları iktidara karşı birleştirmeyi başarması…Sonunda Cumhurbaşkanı Gül sesini yükseltmek zorunda kaldı: “Demokrasi seçimden ibaret değildir. Mesaj alınmıştır. Gereği yapılacaktır…” dedi. Başbakan, “bu ifadenin önünde arkasında ne var” bilmiyor, anlamıyor olabilir, ama toplum Cumhurbaşkanı’nın ne demek istediğini gayet iyi anladı. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın “Yavuz Sultan Selim” gibi yanlışları tekrarlamayacağını; destek verdiğini söylediği çoğulcu, katılımcı demokrasiye sadık davranacağını diliyor ve bekliyor. Eğer mesaj alındıysa öncelikle yapılması gereken, İstanbul’un imarı işinin Başbakan’ın elinden alınıp, belediyesine ve halkına bırakılması. İkincisi de, “Türk usulü” ya da değil, başkanlık rejimi dayatmasının son bulması.Cumhurbaşkanı’nın duruma müdahale etme zorunluluğunu duyması, vesayet altında değil, bütün kurum ve kurallarıyla işleyen bir parlamenter sistemin Türkiye için ne kadar hayati önemde olduğunu gösterdi. Parlamenter sistemde milleti temsil eden devlet başkanı ile çoğunluğu temsil eden başbakan ayrımının, iktidarın kötüye kullanılmasına karşı güvencelerden biri olduğu umarım herkesçe görüldü.Gördüğüm şu: Başbakan artık değişmeli. 2011 öncesindeki Erdoğan olmalı. Toplumun bütün kesimlerinin hassasiyetlerine saygılı bir tavrı yeniden benimsemeli. Cumhurbaşkanı, AKP’nin durumun vahametini görebilen kurucularını, ileri gelenlerini yanına alarak Başbakan’ı bu konuda ciddi şekilde uyarmalı. Zira askerî vesayeti geri getirmek, Türk–Kürt kavgasını canlandırmak, ülkenin binbir güçlük ve çabayla inşa edilen iyi imajını yerle bir etmek isteyenler hemen kapı arkasında!Eğer Başbakan değişmeye ikna edilemezse, o zaman ben şahsen yaklaşık on bir yıldır sürdürdüğü yoğun çalışmalar sonunda ziyadesiyle yorulmuş olduğu ya da sağlık durumunun göreve devam etmesine izin vermediği sonucuna varacağım. O zaman çare bulma sorumluluğu halka düşecek.
↧