İki yıl önce Avrupa Dış İlişkiler Konseyi tarafından yayımlanan “Türkiye ne düşünüyor?” başlıklı bir kitapçık için yazdığım makalede, editörlerin “AB çıpası olmayan Türkiye otoriterliğe mi yönelecek?” şeklindeki sorusunu yanıtlamış; o sıra otoriter laiklik yanlıları tarafından hararetle savunulan, “AKP ile çeşitli dinsel akımlar arasındaki ittifak Türkiye’yi seçimle gelen otoriterliğe götürüyor…” iddiasının neden hiç inandırıcı olmadığını anlatmıştım.Bugün de Başbakan Erdoğan’ın son genel seçimlerden bu yana sergilediği keyfileşme ve otoriterleşme eğiliminin, AKP iktidarına daha ilk günden müfrit muhalefet edenleri haklı, destek verenleri haksız çıkardığına dair iddialara zerre kadar itibar etmiyorum. Bu iddiaların sahipleri, AKP iktidarı altında Türkiye’nin yaşadığı büyük ekonomik ve siyasi değişime gözlerini yumuyor, olup biteni anlamak dahi istemiyor.AKP iktidarı altında ekonomisi güçlenen, refahı artan, orta sınıfı genişleyen, dünyaya açılan, askeri vesayeti gerileten, genişleyen tartışma özgürlüğüyle tabuları yıkan, Kürtlerin inkârına son veren, PKK ile barış sürecini başlatan Türkiye’de halkın otoriter bir yönetimi sineye çekmeyeceği, kabullenmeyeceği argümanını çeşitli yazılarımda ve konuşmalarımda işledim. Bence 31 Mayıs’tan bu yana Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp Türkiye’ye yayılan gösterilerin ana mesajı da, Türkiye’de demokrasi bilincinin giderek güçlenmekte oluşudur.Başbakan Erdoğan’ın giderek kabul edilemez hale gelen dayatmacılığına karşı birbirinden çok farklı kesimleri birleştiren protesto hareketlerini “iç ve dış düşmanlar”ın tezgâhı olarak açıklama gayretine girenlere gelince: Bu, her zamanki gibi, kendi kendini aldatma çabasından ibaret. Bu protestolar Erdoğan ve hükümetinin Türkiye’ye yaptığı büyük hizmetlerin amaçlanmamış sonuçları. AKP iktidarı Türkiye’yi görece daha zengin ve daha özgür kıldı. Düne nazaran daha zengin ve daha özgür Türkiye’de genç kuşaklar, demokrasi ve özgürlük ideallerini, insan hakları ve çevre duyarlılığını giderek daha derinden benimsedi.Bugünün genç kuşakları, AKP hükümetlerinin yolunu açtığı “yeni Türkiye”nin ürünleri; değerleri, çeşitli otoriter ve totaliter tasavvurların peşinden giden 30–40 yıl öncenin kuşaklarından köklü olarak farklı. Bu kuşakların hükümetin buyurganlığına, dayatmacılığına ve polis şiddetine karşı şiddetsiz ve yaratıcı tepkilerini vesile sayıp sağa sola saldıran, “eski Türkiye” kalıntılarının yakıp yıkmaları Gezi Parkı protesto hareketinin ana karakterinin görülmesine engel olmamalı.Cumhurbaşkanı Gül, demokrasinin seçimden ibaret olmadığını, Türkiye’nin AB normları yolunda ilerleyeceğinden kimsenin kuşku duymaması gerektiğini hatırlattı. Başbakan Yardımcısı Arınç altı çizilmesi gereken bir taahhütte bulundu: “Her bir vatandaşımızın en temel insani hakkı, özgürlüğü, yaşam tarzı bizim sorumluluğumuz altındadır. Demokratik bir kültür içerisinde ve yasalar çerçevesinde ifade edilen tüm tepkilere, bütün taleplere sonuna kadar açığız… Karşılıklı saygı, hoşgörü, anlayış içerisinde her sorunu aşacağımıza yürekten inanıyoruz.” AKP’nin iki kurucusunun bu sözlerini, yönetimde keyfileşme ve otoriterleşmeyi iktidar partisinin dahi kabul etmeyeceğinin göstergeleri olarak anlıyorum.Uzun yıllar Türkiye, demokrasi üzerindeki otoriter laikçi ve tekkültürcü askeri-bürokratik vesayetle boğuştu; önümüzdeki dönemde ise seçimle gelen hükümetin keyfileşme ve otoriterleşmesine karşı mücadelelere sahne olacağı anlaşılıyor. Netice itibarıyla demokrasiyi yaşayarak öğreniyor, giderek olgunlaştırıyor ve yerleştiriyoruz.
↧