Biz, otoriter babaların çocuklarıydık. Gök gürültüsü gibi gürlediler mi kaçacak yer arardık evlerde. Bir göz kayması, bir kaş yıkış, bir surat ekşitme, nerede durmamız gerektiğini belirlerdi. Onların sözü üstüne söz konuşulmazdı. Ne dedilerse o!Böyle gördük, böyle yetiştik. Bu gürleyen otoriter ‘baba’ miti, bütün kişiliğimizi ve hayat karşısında alacağımız tavrı da belirleyecekti ister istemez. İtiraz etme, gerçeğin bir başka yönü de olabileceğini düşünme ve hak arama kabiliyetimiz ya bütün bütün örselenecek ya da uzun zaman uykuda kalacaktı. Bir tek doğru öğretiliyordu bize, ‘babamızın doğrusu’… O her şeyi bilir, düşünür; neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verir ve bizim için en doğru olanı yapardı. Bundan kuşku duymak imkânsız ve manasızdı. Her şey bizim içindi çünkü, bizim yararımıza… Yapılacak olana itiraz etmek, onu onaylamamak gibi bir seçeneğimiz olabilir miydi!Mutlak bir ‘baba’ otoritesi altında büyümüş bizim nesil, evin uzantısı olan sokakta ve okulda da benzer ve daha şedit otoritelere maruz kalacaktı. Mahalleyi, ilçeyi, şehri ve ülkeyi yönetenlerin gitgide büyüyen ve yücelen ‘baba’lar olması kaçınılmazdı. Her şeyi bilen, bizim için düşünen ve yapan, kararları tartışılmaz ve mutlak itaatle yükümlü olduğumuz ‘baba’lar…Bir gün her şey değişiverdi!Evlendik, bir evimiz oldu. Derken, kapının ardındaki vestiyere küçücük bir kaban asıldı. Minik bir ayakkabı daha girdi eve. Küçük, savunmasız, görünürde bize ve her şeye muhtaç bir varlık, bütün hayatımızı, genlerimizde taşıyıp getirdiklerimizi, alışkanlıklarımızı altüst etti. Hayatı ele geçirdi ve dönüştürdü. Artık günlerimiz ona göre planlanıyor, hayatın akışı onun rahatı ve mutluluğu gözetilerek düzenleniyordu. İhtiyaçlar ve geleceğimiz bile… Daha konuşmaya başlamadan, evin idaresini çoktan eline almıştı ufaklık. Emirle, buyrukla, gürlemekle ilgisi yoktu bu otoritenin, bir yumuşak geçişle kendiliğinden gerçekleşivermişti ‘devrim’. Asırlardır süregelen irade el değiştirmiş, yönetim ‘baba’dan ‘oğul’a geçmişti. Otoritenin sonuydu bu. Her şey suhuletle, darbesiz, kavgasız ve kansız olup bitmişti. Naifçe ve gönül rızasıyla…Okumuş babalardık ya, artık pedagogları, psikologları, çocuk gelişim uzmanlarını dinliyorduk. Evde aile toplantıları yapmamızı öneriyorlardı. Kararları birlikte almalıydık. Herkesin bir oy hakkı olmalıydı. Uyduk onlara ve daha 3-4 yaşındaki çocuğumuz, aile hükümetinin asli bir üyesi olarak masadaki yerini aldı. Evi ilgilendiren her şeyi o masada konuşur olduk. Satın alınacak eşya, odaların rengi, hafta sonu gidilecek yerler, tatil planları birlikte belirlendi. ‘Ben böyle istiyorum’ diyordu. ‘Hayır, sen bilmezsin, burada benim dediğim olur!’ diyebilme şansını çoktan yitirmiştiniz. ‘Evet’ diyeceksiniz… ‘Tabii ki, elbette, sen nasıl istersen!’Aslına bakarsanız, o konuşmalar, oylama vs. formaliteydi. Demokrasinin güzelliği işte! Sonuç değişmeyecekti. Küçük hanım, küçük bey ne isterse, nasıl isterse öyle olacaktı, oluyordu! Onlar istemeden, onaylarını almadan, bir çöp bile dikemez, duvarın rengini bile değiştiremezdiniz. Çağ, artık o eski çağ değildi, mutlak ‘baba’ iradesi ve idaresi tarihe karışmıştı. Yaşadık ve gördük.Şimdi o çocuklar büyüdü. Bizim çocukluk ve ilk gençlik hallerimize hiç benzemiyorlar. Bizim neslin tanımadığı bir şey var onlarda, ‘özgüven’… ‘Ben şunu istiyorum’ diyor ve sonuç almadan peşini bırakmıyorlar. Doğru bildiklerini canları pahasına savunmaktan geri duracak değiller. İstemedikleri, akıllarına yatmayan bir şeyi onlara kabul ettirmenizin imkânı yok. Sadece özgüven sahibi değiller, inatları ve ısrarları da var. Biz, onların olsa olsa hizmetkârıyız. Parayı kazanıyor, faturaları ve okul taksitlerini ödüyor, ihtiyaçları karşılıyoruz. Kısacası bazı temel altyapı hizmetlerini yürütüyoruz. Evde hayat konuşarak, anlaşarak, uzlaşarak sürüyor. Bir çeşit ‘ileri’ demokrasi!Sözün özü: Biz, otoriter babaların çocuklarıydık ve babamızdan gördüğümüz gibi yönetildik. Başka türlüsünü bilmiyorduk, itiraz edemezdik. Fakat o devir bitti; gürleyen babalar tarihe karıştı. Şimdi hizmetkâr babalar zamanı. Demokrasinin ve yönetime ortak olmanın lezzetini 3-4 yaşında tatmış bir nesil var karşımızda. Onları asla eski usullerle, mutlak bir otoriteyle yönetemezsiniz. Çünkü bu dili bilmiyor ve kabul etmiyorlar. Birlikte yapacaksınız her şeyi; konuşarak, tartışarak, uzlaşarak. Böylesi, yönetenler açısından ne kadar lezzetlidir, tartışılır tabii.O eski ‘baba’ların ve eski ‘yöneten’lerin işi ne kadar kolaymış!Babalar gününüz kutlu olsun…
↧