“Faiz lobisi” kavramı son günlerde Türkiye’nin gündemine oturdu. Türkiye, bu konuda nereden nereye gelmiş; faizlerin yükselmesi bütçe üzerinde ne etki yapar görmek için faizlerle ilgili bazı temel rakamlara bakmakta fayda var.1. Son dönemde Türk ekonomisindeki en önemli gelişmelerden bir tanesi, devletin borçlanma maliyetlerinin düşmesi oldu. Nereden nereye mi düştü? Birinci grafikte göreceğiniz gibi, reel faizler (geriye dönük) 1990’ların ikinci yarısında yüzde 40’lara kadar tırmandı. Daha sonra, 2001 krizinde yüzde 80’lere kadar yükseldi. Sonrasında, 2000’li yılların kalan kısmında istikrarlı bir şekilde düşüş trendine girdi ve Gezi Parkı olaylarından hemen önce eksi seviyelere kadar geriledi.2. Devletin borçlanma faizleri ekonomideki diğer aktörlerin borçlanma faizlerini belirler. Devlet yatırımcı tarafından riskli görülür ve borçlanma faizleri yükselirse, şirketler ve şahıslar da pahalı borçlanır. Bu, sermaye birikimine sahip olanlar açısından bulunmadık nimettir. Ellerindeki parayı daha yüksek nemalandırırlar. Eğer riskli görülen devlet, borçlarını ödeyemezse bu sermaye sahipleri para kaybedebilirler. Türkiye Cumhuriyeti gibi borcuna sadık ülkeler riskli görünür de bu sebeple yüksek faizle borçlanırlarsa, sonuçta her halükarda borçlarını ödedikleri için borç verene iyi para kazandırırlar. Yani Türkiye açısından faizlerin yükselmesi “kapital sahiplerine”/kapitalistlere yarar.3. Batı’da normal zamanlarda devletin borçlanma faizleri nominal olarak faizler yüzde 4-5’lere yükselirse alarm zilleri çalar. Bireysel borçlanıcılar ya da şirketler yüzde 7 gibi rakamlardan borçlanmayı yüksek maliyetli borçlanma sayarlar. Dikkat ediniz; bunlar nominal rakamlardır. Reellerini hesaplamak için ortalama enflasyon olarak yüzde 2 civarında bir rakamı çıkartınız; yüzde 2’nin üzeri reel borçlanma maliyetleri özellikle gelişmiş hükümranlar için maliyetli borçlanmalardır.4. Türkiye’ye geri dönelim: Yüksek faizin Türkiye’ye maliyeti ne olmuştu ve bu son 10 yılda faizlerin düşmesi Türkiye’ye neler kazandırdı?a. Türkiye’de, “merkezi yönetimin” faiz harcamaları 2000’lerin hemen başında toplam vergi gelirlerinin yüzde 90’ını geçmişti (İkinci grafikte en üstteki çizgi). Yani, T.C., topladığı vergilerle, değil okul, yol, havaalanı yapmak, öğretmen ve memur maaşlarını ödemek, topladığı verginin yüzde 90’ını sadece borçlandığı anaparanın sadece faizine harcamak zorundaydı. Bu, resmen olmasa da fiilen iflas manasına geliyordu. 2012 sonu itibarıyla bu rakam, uygulanan politikalar sonucu yüzde 17’ye indi. Düzülmeden önceki durum sermaye sahipleri için iyi; halk için kötü bir resme işaret ediyordu. Devlet, uyguladığı politikalarla, gelirlerini doğrudan halkın ihtiyaçlarına yönlendirmeye çalışmış oldu.b. Merkezi yönetimin toplam gelirleri itibarıyla da benzer bir resim söz konusu idi. Merkezi yönetimin, vergi gelirleri de dahil tüm gelirlerinin 2000 yılında yüzde 70’i faize harcanıyordu. Bu rakam 2012 yılı sonunda yüzde 15’in altına indi. Yani, devletin gelirleri, sermaye sahiplerinden halka yönlendirilmiş oldu.c. Türkiye’nin toplam GSYH’sına oranla ise faiz giderleri yüzde 10’ların üzerinden yüzde 3’lere kadar düştü. Diyeceksiniz ki diğer bütçe kalemlerine göre durum ne? Faiz harcamaları son 10 yılda toplam harcamaların yarısından yüzde 15’ine kadar düştü.Geçmişe bakıldığında, Türkiye açısından çok büyük ve olumlu bir gelişme. Ancak bu trendin devam etmesi gerekirdi; örneğin G.Kore’de bütçe faiz harcamalarının GSYİH’ya oranı yüzde 2’nin altında. Gezi Parkı olayları maalesef bu trendi şimdilik tersine döndürdü.d. 10 sene evvel, merkezi yönetim bütçesinden yapılan yatırım harcamalarının tam sekiz katı kadar faiz gideri vardı. Şimdi bu rakam bir buçuk kat kadar.Türkiye’nin son on yılda kaydettiği bu olumlu gelişmeler şu manaya geliyor. Türkiye’den toplanan vergi ve diğer gelirlerin artık çok daha az kısmı yerli ve yabancı sermaye sahiplerine gidiyor. Bunlardan yapılan tasarruf ise bütçenin diğer kalemlerine aktarılıyor.Son soru: Gezi olaylarından sonra nominal faizlerin yüzde 2 civarında yükselmesi Türkiye’ye ne maliyet getirecek? Kaba bir hesapla 10 milyar TL. Yani, eğer faizler bir sene boyunca tırmandığı mevcut seviyelerde kalırsa, T.C. devletine borç veren sermaye sahiplerinin cebine 10 milyar TL girecek. Devletin, yani halkın cebinden 10 milyar TL çıkacak. Bu da ya daha fazla borçlanma demek ya da eğitim, savunma, altyapı, memur maaşları gibi bazı kalemlerden tasarruf etme zorunluluğu manasına geliyor.Protestoyu anlarım ama Türkiye’yi küçük düşürmeye hayırGezi Parkı’nda hükümetin projesinin uygulanmamasıyla ilgili protestoları anlayabiliyorum. Ancak anlayamadığım ve bir türlü tasvip edemediğim şeyler var. Türkiye’den yurtdışına e-mailler gönderiliyor; Türkiye’de polislerin insan boğazladığı türünden şeyler. “Şu tarihte şurada gösteri yapacağız Türk basını izlemiyor, siz gelin izleyin” gibi e-mailler. Türkiye’de 24 saat boyunca Taksim’i göstermesi için basına yapılan baskılar: Bankalardan para çekmeler. Jeffery Sachs’a, Türkiye’yi övdüğü için verilmeye çalışılan cezalar da cabası. En son bir okuyucum geçen hafta burada yayınlanan Sachs’ın Türkiye’yle ilgili övücü yazısıyla alakalı bakın ne diyor:“Adam niye iktisatçı olmuş? … Sachs’ın dünyanın en iyi ekonomistlerinden biri olduğunu söylediniz. İyi de sonuçta, altı üstü ekonomist değil mi? Siz mühendis kökenli olduğunuza göre daha iyi bilirsiniz. Lise sonda makine ya da elektronik mühendisliği yazmayı düşünen bir öğrenciye neden işletme ya da ekonomi yazmadığını sorarsanız size vereceği standart cevap şu olacaktır. ‘Ya adam hiçbir şey olamıyor gidip işletmeci oluyor’. Sonuçta bu adam da gidip iktisatçı olmuş.” Yabancı basın da mutlu. Anadolu Ajansı’nın Londra’daki G-8 protestolarını ve polisin pek de insani olmayan davranışlarını naklen vermesine İngilizler izin vermemiş. Ama Türkiye, onlardan çok daha şeffaf bir ülke. Tüm dünyaya Taksim’den naklen yayın yapılıyor.
↧