Dünyanın dört bir yanında seçmelere katıldılar. Şiir, şarkı, folklor, özel yetenek gibi alanlarda arkadaşlarıyla yarıştılar.Ülke finaline kalabilmek için Türkçe'lerini geliştirdiler. Okudular, yazdılar, düşündüler... Türkçe rüyalar gördü pek çoğu. Mutfağımıza aşina oldu, müziğimize hayran kaldılar. On binlerce insan Türkçe imbiğinden geçip Türkiye'ye gelmeye hak kazandılar. Ve geldiler. Bu güzel ülkeye bir bahar havası getirdiler. İki bin 500 finalist öğrenci 55 vilayette 99 programa katıldı. Yüz binlerce insanla doğrudan temasa geçen bu çocukları milyonlarca insan ekran başında seyretti. Anadolu insanı, onlarla gurur duydu, onları muhabbetle bağrına bastı.Olacak ya! On binlerin arasından süzülüp gelen dünya çocukları tam buradayken birtakım hadiseler zuhur etti. Başta ağaçların kesilmesine tepki olarak başlayan protestolar, kısa bir süre içinde global bir operasyonu da içine alarak büyüdü. Her kutuplaşmanın ilk kurbanı akl-ı selimdir. Yine öyle oldu. Olayların sıcaklığı içinde hareket edenler, itidal çizgisinde durup her tarafa hayırhahlık yapanları en başta anlayamadı. Kitleleri sağduyuya çağırmaktan başka çare yoktu. Heyhat! Öfkeler aklın önüne geçtikçe adalet ve hakkaniyet rafa kaldırıldı; kimin ne dediği tam anlaşılamadı. Her neyse…Eylemler bir anda Taksim'i aştı, İstanbul'dan taştı, ülke dışında gündem oldu. Televizyonlar, gazeteler, internet siteleri… Hepsi Türkiye'den bahsediyordu. Ve maalesef ortaya konulan manzara hiç de iç açıcı değildi. Yakılan polis arabaları, biber gazı sıkan polisler, barikat kurulmuş sokaklar, pankartlarla işgal edilmiş meydanlar… Ortaya çıkan bu vahim manzaranın her bir karesi insanın yüreğini burkuyor, gözlerini yaşartıyor, insanı endişeye sevk ediyor. Bütün bu acı hadiseler yaşanırken “Türkçe'nin yavruları”nı düşünmemek mümkün mü? Acaba o melek yüzlü çocuklar şeytanların cirit attığı bu alacakaranlıkta ne görüyordu? Korkmuş muydular, ürkmüş müydüler, kaçıp gitmeye teşebbüs etmiş miydiler? Endişemi kimseciklere duyurmadan sordum, soruşturdum. Öğrendim ki çocuklar kendini hep muazzam bir sevgi atmosferi içinde hissetmiş.Derin bir “oh” çekiyorsunuz çocuklardaki bu itimadı görünce. Ancak mesele sadece dünyanın dört bir yanından müşfik öğretmenlerinin kanatları altında Türkiye'ye gelip sevgi atmosferini her an soluklayan çocuklarla bitmiyor ki! Ya onların aileleri? Binlerce kilometre öteden çocuklarını Türkçe Olimpiyatları'na gönderen anneleri, babaları, kardeşleri düşünün bir de! Onların gözüyle Türkiye'ye bakın. Alevler içinde bir ülke. Kavga-dövüş, kaos, şiddet… Ah Türkiyem, güzel Türkiyem! Seni böyle resmetmek, seni yeryüzüne böyle tanıtmak ve bu imajın altında seni inim inim inletmek! Dünyanın dört bir yanında zirvelere çıkıp “Asıl Türkiye manzarası bu değil” diye haykırsanız bile hangi ana yüreği, evladını o ateş içinde görmek ister!Türkçe-Der Başkanı Doktor Ali Ursavaş'ın yüreğimize su serpecek şu sözleri ne kadar da manidar: “Evet, dünya televizyonlarını izleyen aileler çok huzursuz oldu; ancak hiçbir ebeveyn çocuğunu geri çağırmadı.” Çok önemli! Neden? Çünkü o aileler bir yeryüzü markası haline gelmiş Türk Okulları'nı biliyordu. Biliyordu ki o okullarda vazife yapan öğretmen, cehennemî ateşlerin bir ucundan girip diğer ucundan çıkar; ama kendisine emanet edilen öğrencisinin saçının bir tek teline bir küçük kıvılcımın sıçramasına müsaade etmez. Dünyanın tâ öbür ucundaki öğrenci velisi, evladını her türlü husumeti ayaklar altına alan ve her bir varlığı sevgiyle saygıyla bağrına basan Anadolu insanına emanet etmişti. Uluslararası konferansların askıya alındığı, otel rezervasyonlarının iptal edildiği bu karmaşık ortamda bir tek öğrenci, “Buralar çok karışık, ben ülkeme dönmek istiyorum!” demez mi? Demedi! Bir tek anne “Oralarda kaotik bir ortam var, yavrumu geri gönderin!” demez mi? Demedi!Demek ki evrensel barış ufkuna yürünürken “sulh adaları” oluşturmak mümkün. Demek ki “adanmış ruhlar”ın vesile olduğu sevgi atmosferi her türlü kötü imaj çalışmalarını hak ile yeksan edebiliyor.Olimpiyat çocuklarının gözlerindeki parıltı bir teşekkürü yansıtıyor. Hem Türkiye'yi yakından tanımanın mutluluğunu yaşıyorlar; hem de her ırk ve renkten çocuklarla tanışmanın hazzını idrak ediyorlar. Bize de düşen bir mutluluk var: Olimpiyat vesilesiyle kültürlerini daha yakından tanıdığımız bu çocuklar bize, evrensel bir barışın yaşanabileceğini ispat etti.Üstelik tam 11 senedir bu böyle. Okulların başlangıcını düşünecek olursak 20 senedir bu böyle! Selam olsun o gençlere!20 gün içinde tersyüz olan TürkiyeGerilere, çok gerilere gitmeye gerek yok. Yıllar öncesine, aylar öncesine hayalen seyahat etmek ve “Nereden nereye?” sorusuyla kendimizi sigaya çekmek gerekiyor. Şöyle bir 20 gün geriye gidin ve o günkü Türkiye manzarasını seyredin Allah aşkına! Herkes Kürt sorununun tamamen çözüldüğünü, barış ortamının tesis edilmeye başlandığını, terör eylemlerinin son bulduğunu, terörist faaliyetlerin askıya alındığını, ülkeye huzur ve güven geldiğini düşünüyordu. O kadar ki “Süreci destekliyorum ama bazı endişelerim var” diyen iyi niyetli insanlar bile adeta tekme tokat dövülüyordu.1 Mayıs'ta Taksim'e girmek isteyenlere izin verilmemiş, meydana gelmeye teşebbüs edenler de karşılarında güvenlik güçlerini bulmuştu.Sonra her şey bir anda altüst oldu. 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'na yaklaşamayan örgütler 31 Mayıs'ta Taksim'i işgal etti. AKM'ye pankart asmayan örgüt kalmadı. Barikatlar kuruldu, polis içeri alınmadı. PKK da meydana indi ve diğer örgütlerle koyun koyuna çalıştı. Gezi Parkı'ndaki ağaçların kesilmesi ile başlayan sürece çevreciler ne kadar müdahil olduysa, örgütler de en az onlar kadar müdahil oldu. Yer yerinden oynadı, yalanlar, yanlışlar, iftiralar, provokasyonlar havada uçuştu. Toplum bir anda gerildi, bölündü, kamplaştı.Daha düne kadar “Özel Harp” kuşkularına, “Hadi canım sen de, o eskidendi” diyenler, şimdilerde “Beyaz Kuvvetler”in operasyonundan bahsediyor. Daha düne kadar “Zehir var, zehirlenme yok” demenin ne kadar saçma olduğunu söyleyip “Özal'ın vefatı üzerindeki sis perdesi kalksın...” diyenlere “Yeter be kardeşim, komplo teorilerine son!” diye karşı çıkanlar, şimdi “Özal'ı zehirleyenler bugün de Başbakan'ı mı hedef alıyor?” demeye başladı. “PKK ile konuşmak tek başına bir anlam ifade etmez; küresel güç odaklarını da hesaba katmak lazım.” dediğinizde “Siz de kendinizi amma küçük görüyorsunuz!” diye karşı çıkanlar şimdi global bir kaos senaryosundan bahsediyor. Çok değil birkaç haftada her şey bambaşka bir görünüm kazandı. Siyasette, ekonomide, meydanda…Asıl çıkarılacak ders şudur: Türkiye maalesef, henüz kendi ayakları üzerinde doğrulmuş ve dünya genelinde belirleyici bir güce erişmiş değil. O yoldadır; ama o yolu tamamen kat etmiş sayılamaz. Bu nedenle bin kere düşünmek, bir kere adım atmak, yalnızlaşmamak, yüksek idealler etrafında herkesle aynı yolda yürümek gerekiyor. Yoksa, Allah korusun, daha büyük problemler yaşanabilir.PANORAMATasarım Günleri’nin sekizincisi yarın başlıyor. +1T başlığıyla sunulan programa bin 500 müracaat oldu. 400 civarında kişi kabul edildi. Bir hafta boyunca tasarım-muhteva-teknoloji-iletişim gibi konular en yetkin kişilerin anlatımlarıyla mercek altına alınacak. Yurtiçi ve yurtdışından da önemli konuşmacıların katıldığı program atölye çalışmalarıyla da destekleniyor. Bu tür faaliyetleri başlatmak zordur; yıllar boyu derinleştirerek sürdürmek daha da zordur. Emeği geçenleri tebrik eder, katılımcılara başarılar dilerim.Necati Şaşmaz ve Hasan Kaçan ile ilgili günlerdir sürdürülen kampanyayı ibretle takip etmek gerekiyor. Birileri kendinden görmediği, eylemlerine destek vermediği düşüncesiyle neredeyse linç edecek. Bu zalim yaklaşım yeni değil. Nice çapsız yandaşlarına Şekspir muamelesi yapanlar “öteki” gördükleri kişileri yıpratmak için hep aşağılama yolunu tercih etti. Bu vahim durumu anlayabiliyorum. Peki bazı ‘arkadaşlar’ın internetçilerine neler oluyor? Hiç mi hümeze-lümeze kelimelerini duymadı bizim dünya?Her sezon üniversite sınavlarının bitmesi ve okulların tatillere girmesiyle Zaman’ın tirajlarında belirli oranda bir düşüş yaşanır. Tirajdaki bu azalma önceden tahmin edilebilir bir durumdur. Yıllık abone teşviki ile önemli ölçüde bertaraf edilse de, özellikle üniversitelere giriş sınavının sona ermesiyle tiraj kaybı yaşanmaya devam ediyor. Buna bakıp siyasi, gayri-siyasi sebepler bulmanın bir anlamı yok. Art niyetle yorum yapanlar, tiraj çizelgelerinin yıllık durumunu takip etmiyorlar anlaşılan.
↧