Türkiye, “O günler ki, Biz onları insanlar arasında döndürür dururuz.” âyet-i kerimesinin manâsına dâhil kaderdenk noktası günler yaşıyor.Bir yanda ülkemiz, pek çok şehrimize yansıyan, yansıtılan ve bir aya yaklaşan protestolarla sarsılıyor. Protestolarını “yeşili koruma” adına barışçı ve demokratik şekilde ortaya koyanların yanı sıra protestoyu tahrip zanneden, fertlerin ve kamunun mallarına, elbette kendilerine dokunacak bir şekilde ülke ekonomisine büyük zararlar veren kitleler de var. Tatminsizliğin getirdiği tahrip duygusuyla hareket eden, tahripte tatmin ve kahramanlık arayan bu kitlelerin yanı sıra marjinal ideolojik gruplar ve bütün bu protestolardan farklı menfaat elde etmeye çalışanlar da var. Ülke sarsılıyor, güvenlik sarsılıyor, kitleler ayrışıyor.Evet, bir yanda bunlar olurken, diğer tarafta çok daha büyük ve kalabalık kitlelerin katılımı eşliğinde yine iki haftadır devam eden bir diğer etkinliklere sahne oluyor Türkiye: 11. Türkçe Olimpiyatları veya Dil ve Kültür Festivali. 140 ülkeden gelen 2000 kadar talebe ve onlarla birlikte öğretmenleri, rehberler derken belki 5000’e yakın insan, şehirden şehre taşınıyor. Bu insanlar, 50’den fazla şehirde gösterilerini yapıyorlar ve her şehirde on binlerce, yüz binlerce insan, Türkçe’nin çocuklarının olimpiyatlarını takip ediyor. İzmir’deki ilk şölene birkaç güç içinde 2,5 milyondan fazla insan katılıyor. Ulaşan bir bilgiye göre, İzmir Emniyet’i güvenliğin aksamaması için civar illerden de polis takviyesi alıyor ve binlerce polis görevlendiriyor. Ama Türkiye’nin her tarafında milyonları aşkın insanlarla meltem gibi esen Olimpiyatlar’da polisimizi meşgul edecek tek bir hadise yaşanmıyor. Sükûnet ve coşkunun yanı sıra ağırbaşlılık, bu olimpiyatların dikkat çekici en önemli yanlarından biri. Tek bir ağaca dokunulmuyor; tek bir cam kırılmıyor; kimsenin ve kamunun tek bir malına zarar gelmiyor; tek bir vatandaşımızın ve polisimizin burnu dahi kanamıyor. Fertler ve toplumumuz temelinde ülkemiz tek kuruşluk bir zarara maruz kalması şöyle dursun, herkes kazanıyor. Esnaf kazanıyor; seyahat firmaları kazanıyor; bunlara ek olarak turizmle ülke kazanıyor.Evet, mü’min, emniyet insanıdır. Mü’min, kelime olarak emniyet kökünden gelir; Müslüman, selâm, sulh, barış manâsına “selm-silm” kökünden gelir. Mü’min, Müslüman, elinden ve dilinden kendisinin de, başka insanların da emniyette ve selâmette olduğu insandır. Bir mü’minin, bir Müslüman’ın gayesi, hedefi meşrû olması gerektiği gibi, gayesini gerçekleştirme yolunda attığı her adımın, söylediği her sözün de meşrû olması gerekir. O, işkence de görebilir; her türlü haksızlığa ve zulme de maruz kalabilir; fakat asla meşrû çizgiden ayrılamaz; zarara asla zararla mukabele edemez. Mü’min, Müslüman, sözüyle de, davranışlarıyla da, tavırlarıyla da aldatmayan insandır. O, her bakımdan güven insanıdır. Okumuyoruz mu ki, Mekke’de müşrikler bir yandan Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) en büyük düşmanlığı yaparken, diğer taraftan emanetlerini yine O’na bırakıyorlardı. Çünkü O’nun bütünüyle merhamet, adalet ve emniyet insanı olduğuna inançları tamdı. Bütün dünya, bugün bütünüyle bu rûha her zamankinden daha çok muhtaç.Bediüzzaman’ın Emniyet’le alâkalı çok önemli bir tesbiti vardır. “Bana” der, “Emniyet güçleri hep insaflı davrandı. Anladım ki bu, onların bizim ülkede emniyete ve asayişe olan hizmetlerimizden ileri geliyor. Biz, onlara yardım ediyoruz. Vazifeleri gereği, emniyet mensupları takva üzere olmalı; farzları yerine getirmeli; büyük günahlardan kaçınmalı.” ali.unal@zaman.com.tr
↧