Doğru siyasî analizler, partilerdeki seçmenlerin psikolojik durumlarını da dikkate almayı gerektirir. Filanca parti şu kadar oy alıyor; alıyor ama, o seçmenler acaba nasıl bir psikoloji içinde bulunuyor? Bunu anlamayınca, değişim ihtimalleri üzerinde öngörüde bulunmazsınız.Bir partinin seçmeni acaba hangi memnuniyet seviyesindedir; dile getirmediği şikâyetleri, özlemleri, iç eleştirileri nelerdir? Bunu öğrenmek araştırma konusu olmaz. Anketlerde böyle sorular sorulmaz.Zaman zaman söylüyor, geçenlerde Sayın Devlet Bahçeli yine, “... bozkurt yol gösterecek” gibi bir söz söyledi. Bunu söyleyince, merkez-sağa açılamazsın. Siyasette mitolojik, efsanevî deyişlere yer yoktur. Burayı atlayınca, AK Parti’den bir kayma olmasını umut edemezsin. Şikâyetçi olan AK Parti seçmeni de bulunduğu yerde kalmaya devam eder. CHP zaten bir demir leblebi.…Aktüel’de alerji riskleri var, rahat yazılamıyor. Geçmişe bakalım. 1969’da Adalet Partisi seçimi kazandı; fakat seçmeni rahatsızdı. Demirel bunu “parti içi politikası”nın onayı gibi yorumladı ve kurduğu hükümette tek bakanı bile (adeta inatla) değiştirmedi. Kendi partisinin içini (genel şartlar muvacehesinde) okuyamadı. Bu noktada hata yaptığını daha sonra bizzat da ifade ve itiraf etmiştir. 1970’li yılların istikrarsızlık yılları olmasının temelindeki sebep bu hatadır. Seçmen dağıldı ve biraz da şaşırdı. 1977’de CHP’ye yüzde 41 oy veren seçmen, 1977-80’de bir genel seçim olsaydı CHP’yi bitirecekti; lakin bu fırsatı bulamadan 12 Eylül geldi.Bir parti önce kendi iç yapısındaki psikolojik sosyolojik tahlilleri yapmayı başarırsa gelişir ve genel siyasî hayatı da değişebilir. 1957 seçimleri Demokrat Parti için S.O.S. sinyalleri veriyordu. Nisbî temsil olsaydı seçimi kaybedeceklerdi, seçim sistemi sayesinde parlamentoda yine de büyük bir çoğunluk elde ettiler. Fakat gerekli dersi çıkaramadılar. Kendi seçmenlerinin huzursuzluğunu fark edemediler. “Belki de nisbî temsil olup da kaybetseydiler daha iyi olurdu...” dediğim olmuştur zaman zaman.Sayın Erdoğan seçmenlerine eve bayrak asma çağrısında bulununca içim cız etti. Yanlıştı. AK Parti seçmeninde bunu yapacak bir psikolojik rahatlık yok, bir; siyasî amaçla eve bayrak asmak, bizim toplum olarak karakteristik yapımızla bağdaşmaz, iki. Seçmenin psikolojisinin buna elverişli olmadığını bilmesi gerekirdi.... Önümüzdeki yıllar seçim yılları. Yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler... Ayrıca yerel seçimler, genel seçimler kadar önemli. Öyleyse, her türlü muhalefet, niçin sabırsız? Şurada yerel seçimlere ne kaldı? Lakin birilerinin herhangi bir “umut ve alternatif”i yok. Farklı sebeplerle ve farklı açılardan her parti seçmeni için böyle bu. Denilebilir ki AK Parti’nin yüzde 50 oy alması ve alacak olması, siyasî parti yapılarının kaçınılmaz bir sonucu.Öyle bir noktaya gelebiliriz ki, herkes kendi partisine kerhen ve mecburen oy verme noktasında çaresiz kalabilir. Siyasî hayatımızda bunu birkaç defa yaşadık biz. Buna “tepkisel zorunluluk kilitlenmesi” tablosu denir. Özeleştiri (iç eleştiri) yok, sadece dış eleştiri var ise, buraya doğru sürüklenme olur. Geçmişte oldu. Seçmen kendine göre bir tepkisel ve alerjik faktörler sıralaması yapar, “eh buna mecburum” diye oy verir. Kutuplaşmanın çözümlemesi de budur.Her parti kendi seçmeninin nabzını iyi tutmalıdır, her parti kendi seçmeninin iç eleştirilerini iç gözlemlerle algılayabilmelidir. Bir düşünür, “Çözülemeyen mesele yoktur, düşünülemeyen mesele vardır.” diyor. Bu meselenin düşünülemeyeni işte budur. Gerçek demokratik gelişme, her partinin kendi içinde gelişmesiyle sağlanır. Özeleştiri ve iç eleştiri olmadan, gerçek eleştiri de, düşünce de, gelişme de olmaz.
↧