Taksim-Gezi Parkı olaylarına gösterilen gerekçelerden biri AK Parti hükümetinin giderek özgürlükleri kısıtladığı iddiasıdır. Bunu da “İslamî geçmişi”ne ve muhafazakâr siyaset karakterine bağlıyorlar. Kişisel olarak bu suçlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Alkolle ilgili yerinde düzenlemenin dışında somut bir müdahale yok.Esasında AK Parti hükümetleri takip ettikleri neoliberal iktisat, eğitim ve kültür politikaları dolayısıyla “özgürlükleri ve farklı/aykırı yaşama biçimleri”ni yasaklayamazlar. Türkiye’nin bağlı olduğu uluslararası kamp –Batı-AB camiası- ve bu kapsamda altına attığı imzalar bu tür sınırlayıcı düzenlemelere imkân vermiyor. Nitekim son olaylarda Avrupa’nın hükümete en önemli hatırlatması “Sen Batı kampına bağlısın, AB ve AİHS dışındaki norm ve kurallara göre davranamazsın” konusu oldu.Bu uluslararası mevzuat, imzalanan sözleşme ve anlaşmalar dolayısıyla hukukî bir durumdur. Bir de konunun eğitim ve kültür politikalarıyla da yakın ilgisi var. Yeni yazılan ders kitaplarında cinsler arasındaki farklar kaldırılıyor, üçüncü cinse alan açılıyor. Mesela seçilen isimler her iki cinsi ifade edecek şekilde seçiliyor; Fikret, Suat, Deniz vs. Televizyon dizilerinin belli başlı kahramanlarına Toprak, Rüzgâr, Kuzey, Güney, Çınar, Ada gibi geleneksel kültüre çağrışım yapmayan amorf isimler veriliyor. Ailede reislik kalmadı, baba-koca geri plana çekilip kadın öne çıkarılıyor, pozitif ayrımcılıkla geleneksel ilişkiler tersine çevriliyor vs.Okul, medya ve tüketim kültürünün ürünü yeni nesillere “birey” algısı empoze ediliyor. Gençler, özgünlüklerinin, farklılıklarının altını çiziyorlar. Kimliklerini siyasileştirmeden giyim kuşam, marka, dinledikleri müzik, seyrettikleri filmler, karşı cinsle kurdukları ilişkiler üzerinden tanımlıyorlar. “Birey” olmayı önemsiyorlar. Kendilerinin çizdiği hayat alanlarına hiçbir şekilde müdahale edilmesini istemiyorlar. Merkezde sadece kendileri var. Eğer kendileri mutlu ise onlarla ilişkili olan ‘diğerleri’, söz gelimi aileleri, eşleri, boşandıkları eşlerden olan çocukları da mutludur. Kolayca beraberce yaşıyor, kolayca ayrılabiliyorlar. Bu gençlerin herhangi bir ideolojileri yok, siyasî partileri pek önemsemezler. Örgütsel faaliyetlerden hoşlanmazlar, esasında disiplinli bir örgüt veya gruba dahil olmaya da üşenirler. En büyük uğraşıları internete girmek, sosyal medyada, sanal âlemde var olmak, gezip dolaşmak. Bir pankartta kendilerini şöyle ifade etmişlerdi: “Ne AKP liberalizmi, ne CHP Kemalizmi!” Onları politik, düşünsel ve sosyal olarak var kılan liberalizme de doktriner olarak sadakat içinde değiller. Şiddete başvurmuyorlar. Sivil itaatsizliğe eğilimlidirler, mizah ve espriyle muhalefet dili geliştiriyorlar. Taksim’de şiddete başvuran başka örgütlü gruplardır.Kendilerinde sorun-kusur-ayıp aramayan, yeterince keşfedilmediklerini, anneleri-babaları tarafından anlaşılmadıklarını, çok daha iyi yerleri hak ettiklerini düşünen bu gençler umursamazdır. Onları ne mutlu ediyorsa, ne haz veriyorsa onun peşine takılırlar. İstediklerini elde etme hakkına sahip olduklarına inanırlar. Hükümete kızgınlıkları, onları muhatap almayıp “Biz karar verdik, projeyi uygulayacağız” demesi oldu, çünkü kaale alınmayı çok önemsiyorlar.Bu yeni nesil –veya yeni model gençler- küresel ölçektedirler. Neoliberal demokrasinin ürünüdürler. Hükümetler bu gençlerin özgürlüklerini kısıtlamaya, yaşama biçimlerine müdahale etmeye kalkışırlarsa küresel sistemi karşılarında bulurlar. Sistem bunların taleplerine ve yaşama biçimlerine göre kurgulanmaktadır.Tanımını liberal felsefenin yaptığı özgürlükleri temel alırsanız bu nesilleri yetiştirmiş olursunuz. Ne ekerseniz onu biçersiniz. Olayların açık-görünen politik ve uluslararası kısmının dışında AK Parti de neyle tam olarak yüz yüze geldiğini anlamıyor. Bu CHP, ulusalcılar, paramiliter güçler, Marxist örgütler, faiz lobisinin ötesinde bambaşka bir olguya işaret ediyor. Özgürlüğün beden üzerinden tüketilmesini esas alan postmodern bir gerçeklik.
↧