Bu yazıyı Haziran’da yağmurlu bir günde yazıyorum. Aklımda, bugünkü çok trajik ortam. Geçmişten, edebiyattan bir kılavuz aramaya çalışıyorum.Ruşen Eşref Ünaydın’ın geçen yüzyılın başında görüştüğü, söyleştiği edebiyat adamlarımız, Diyorlar ki’de, yarından çok şey umduklarını, edebiyatımızın yenilerce, gençlerce hızla geliştirileceğini dile getirirler.Süslü salonunda konuklarını kabul eden Abdülhak Hâmid, günün edebiyatındaki ilerlemeyi ifade ederken, “Şüphen mi var?” diye sorar; “Halid Ziya’lar, Fikret’ler, Cenab’lar filan yeniliği, yenileşmeyi pek ileriye götürdüler.” Makber şairi yeni kuşakların Türk edebiyatına yeni ufuklar açacağı kanısındadır. Yeni sorunlar, yeni bakış açıları, yeni değerlendirişler.Bu iyimser ve umutlu bakış, o dönemin önde gelen yazarlarınca korunmuş, sürdürülmüştür. Şair Nigâr Hanım yeni edebiyatın biraz fazla “halklaşmasından” yakınmaktadır ama, kimi gençleri yine de gelecek için yol açıcı saymaktadır.1910’lar İstanbul’unda bu söyleşiler bütün imparatorluğu yıkıma sürükleyecek bir toplumsal panorama önünde gerçekleştirilmiştir. Bir kenetleniş söz konusudur. Diyorlar ki’de görüşlerini öğrendiğimiz daha genç yazarlar ise ustalarını sevgiyle anmaktadırlar.Kuşkusuz devirler değişmiş, zevk değişmiş, dilde, anlatımda ayrımlar baş göstermiş, gelgelelim yok saymaktan, yok etmekten uzak durulmuştur.Ruşen Eşref, eseri boyunca, o günlerin kargaşasına değinmez. Bununla birlikte, edebiyat aracılığıyla, edebiyatın söyleminde birleştiricilik özlenmektedir.Nigâr Hanım’ın yanı başında Halide Edib, Hâmid’e, Namık Kemal’e verdiği önemi söylemektedir. Halide Edib yetişme yıllarında Tevfik Fikret’in “Sis” şiirini okumuş, bu büyük şiirin sesinden bir türlü uzaklaşamamıştır. O seste bir gökgürültüsü duyar.Halide Edib, Halit Ziya’dan söz açarken mesafeli davranır. Edebiyat-ı Cedide’nin düzyazısını yalnızca Halid Ziya’yla sınırlayanlara bir yanıt ulaştırmak ister gibidir. Halid Ziya der, nesirdeki yeniliğini, kendisiyle birlikte yazmış, aynı dönemde yazmış başka kimselere de borçludur. Bir bakıma, Mehmed Rauf’un, Eylûl’un hatırlanmasını istemektedir.O zamanlar ününün doruğunda genç bir romancı olan Handan yazarı, kendi kuşağının yazarlarını da büyük bir sevgiyle anacaktır: “Nesirde Yakup Kadri ve Refik Halid benim için çok sıcak, çok mühim birer kimsedir. Yakup’u çok mükemmel bulurum.”Sırada Ahmed Hâşim, Yahya Kemal. İlki Türk şiirine büyük yenilikler getirecek yetenektedir. İkincisi, mutlaka, Türkçe’nin en güçlü şairi olacaktır. Halide Edib böyle düşünmektedir.Hemen hemen aynı dönemde, Yakup Kadri, Handan için nefis bir yazı yazar. Handan’ın bir başyapıt olduğunu duyurur.Elbette bunlar yazarların gerçek düşünceleri, gerçek duyuşlarıdır. Ama bir yandan da, hepsi, örnek alınacak bir dayanışmaya işaret ediyor.Bu eski edebiyat insanları, edebiyatın ancak ortak çabalarla, karşılıklı düşünce alışverişiyle, hatta etkilenmelerle, birbirinden esinlenmelerle yol alabileceği, ilerleyebileceği, dahası, daha önemlisi, ‘ayakta kalabileceği’ kanısındadırlar. Nitekim biraz snop Hâmid bile yeni kuşakları anlamak, duyumsamak çabası içindedir.Dünün bu sağduyulu kavrayışına saygı duymamak imkânsız.
↧