Suriye’de muhaliflere doğrudan askerî yardım kararı alan Beyaz Saray’ın niyetlerini daha iyi anlamak için Charlie Rose’un geçen hafta Başkan Barack Obama’yla yaptığı röportajı seyretmekte fayda var. Ben orada gaza basan değil, sadece ayağını frenden biraz çeken bir lider profili gördüm. Başkan Obama, Suriye meselesini kafasında çözmüş ve nihai kararını vermiş gibi görünmüyordu. Esed’den kurtulma stratejisine, hatta taktiklerine ilişkin pek az şeyi açıklığa kavuşturdu. Suriye’ye palas pandıras girmenin ve Sünni-Şii ihtilafında taraf durumuna düşmenin ABD’nin çıkarına olmadığını ısrarla vurguladı. Ağırlığını koymakta geç kaldığı eleştirilerine, muhalefet hazır olmadığından işi zamana yaymanın gerektiğini söyleyerek karşılık verdi. Askerî açıdan çekingen davranmasını ise özetle, “Situation Room’da meselenin enine boyuna tartışıldığı toplantılara girmeyenler, beni anlayamaz.” şeklinde izah etti. Ve uçuşa yasaklı bölge, insanî koridor gibi seçeneklerin askerî risklerini öne çıkardı. Hukukî meşruiyet boyutu şöyle dursun, Obama bu tür hamlelerin ABD’yi hiç arzu etmediği şekilde Ortadoğu’da yeni bir savaş girdabına yavaş yavaş çekebileceği kanaatinde. Amerikan kamuoyundaki baskın görüş de bu istikamette. DENGELER, MUHALİFLER LEHİNE KIMILDIYOR Şüphesiz ABD’nin Suriye’de frenlerini biraz gevşetmesi bile, askerî ve diplomatik dengeleri etkiliyor. Bunun en bariz göstergesi, nasırına basılan Rusya’nın sesini yükseltmesi. Bölgedeki Esed karşıtı bazı ülkelerin Obama’dan aldıkları yeşil ışıkla muhaliflere silah yardımını artırdığı, hatta bazı ağır silahlar vermeye başladığı yönünde haberler var. Kimyasal silah kullanıldığının tespiti, İngiltere ve Fransa gibi Avrupalı güçlerin gayretlerini de kolaylaştırdı. CIA’in zaten uzun süredir bu konuda bir şeyler yaptığı da yazılıp çiziliyor. Beyaz Saray, kimyasal silah kullanıldığı gerekçesiyle yaptığı son Suriye hamlesiyle uçtakileri mutlu edemedi. Muhalefet ‘çok az ve çok geç’ diyor. Çünkü Amerikan yardımının uçaksavar ve tanksavar gibi ağır silahları da içerdiğine dair bir işaret yok. Savaş karşıtları ise bu kadarlık bir açılımın dahi askerî müdahaleye zemin hazırladığı düşüncesinde. Foreign Policy’de yazan Gordon Lubold, Washington’daki durumu iyi özetlemiş: “Kongre aksiyon talep ediyor. Haberlere göre Dışişleri Bakanlığı hava saldırıları istiyor. Pentagon giriş ve çıkış stratejisinden endişeli. CIA zaten Suriyeli isyancılara Türkiye ve Ürdün üstünden silah teslim ediyor. USAID insanî yardım yapıyor. Fakat Beyaz Saray’daki yetkililer yönetimi Ortadoğu’da yeni bir savaşa çekmeyecek etkili ve uygulanabilir bir stratejinin nasıl üretilebileceği sorusuyla boğuşuyor.” ÇIKMAZ AYIN İKİNCİ CENEVRE’Sİ Sahaya postal göndermek kesinkes hariç, askerî çözümü büsbütün göz ardı etmeyen Obama, birinci tercihinin siyasî çözüm olduğunu yine vurguladı. O tür çözümde kilit rol oynayabilecek Rusya ile fikir birliği yok. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Obama, G8 zirvesinde görüştükten sonra yaptıkları açıklamalarla bunu teyit ettiler. Şimdilik tek siyasî çözüm mecrası olan ikinci Cenevre konferansının akıbeti ise meçhul. Hatta hiç gerçekleşemeyebilir bile. Gerek yolsuzluklar gerek radikalleri güçlendirme kaygısıyla hangi muhalif gruplara destek vereceğini uzun süre bilemeyen Beyaz Saray, askerî yardım konusunda General Selim İdris liderliğindeki Yüksek Askerî Konsey’e itimat duyuyor. Hafta sonu Doha’da yapılan toplantıda Dışişleri Bakanı John Kerry’nin amaçlarından biri de, Suriye’nin dostlarına bu adresi teşvik etmekti. Suriye bağlamında İran’ın ABD yönetimi açısından ilginç bir konumu var. Tahran’a orayı yâr etmek istemiyorlar. Diğer yandan, bölgedeki asıl büyük tehdit olarak gördükleri nükleer İran krizinin büyümesi halinde çok ihtiyaç duyacakları Ruslara aşırı yüklenmiyorlar. Küçük balık Suriye yüzünden, büyük balık İran’ı kaçırmak istemiyorlar. Yeni seçilen ılımlı İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye ilişkin Washington’da ihtiyatlı bir iyimserlik var. Ancak Amerikalılar rejimde iplerin asıl dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in elinde olduğunun da farkındalar. İran’la nükleer uzlaşma sağlanırsa, ABD’nin Suriye’de Rusya’ya baskı yapma kabiliyeti artar. Ama Tahran’ın Washington’a bu fırsatı vereceğini pek sanmam. ABD’Yİ ETKİLEME GÜCÜMÜZ ZAYIFLADI Gelelim Ankara’ya. Hükümet Gezi Parkı krizini yönetirken yaptığı hatalar nedeniyle Obama yönetimi nezdinde prestij ve güven kaybına uğradı. Bu durum, Suriye’de işbirliğine de en azından üst düzey temas kalitesinin düşmesi şeklinde yansıyabilir. Türkiye, muhalefetin şiddetle bastırıldığı Suriye gibi İslam ülkelerine başarılı bir örnek olarak gösteriliyordu. Gezi olaylarından sonra bu keyfiyetimiz zarar gördü. Türkiye, Batı için Suriye ve İran gibi kilit konularda hâlâ önemli bir müttefik. Ancak Associated Press’in analizine göre, Erdoğan’ın tekrar ‘güvenilir’ bir ortak olarak görülmesi, Türkiye’deki iç kargaşanın durulmasına bağlı. Dikkat ettim, Obama, Suriye bahsinde krizden en çok etkilenen müttefiklerinden biri olan Türkiye’den hiç bahsetmedi. Belki de Charlie Rose’a sözü Türkiye’deki son olaylarla getirme şansı vermekten kaçındı. Zira iç kamuoyu beklentisinden dolayı, Ankara’yı üzecek bir şeyler söylemeye mecbur kalabilirdi. Benzer maslahatlarla, şu sıralar Erdoğan’la aynı kareye girmek istediğini pek sanmıyorum. Hasılı, Amerikan yönetimi Suriye’de askerî müdahaleye isteksiz tarafı ağır basan ihtiyatlı tutumunu henüz değiştirmedi. Sadece sahadaki şartları ve diplomatik pazarlığı kendi çıkarları istikametinde yönlendirmeye çalışıyor. Türkiye’nin ise iç sıkıntılarından dolayı ABD’yi yönlendirme kabiliyeti daha da zayıflamış görünüyor.
↧