Alevî sorunu adını verdiğimiz kalın dosyanın kapağı yeniden açılıyor. Bekir Bozdağ’ın başkanlığında kurulacak komisyon ciddi bir adıma benziyor.Yeni bir açılım mı? Belli ki hükümet somut adımlar atacak. Çözüm gelir mi? Bu soruya “kime göre?” kaydının düşülmesi lâzım. Alevî dedelerine maaş bağlanması, cemevlerine yasal statü tanınması, Hünkâr Hacı Bektaş’ın adının bir üniversiteye verilmesi gibi “idarî” kararlar kalıcı bir çözüm sağlar mı? Pek sanmıyorum. Bir yerde, belki en başında, işin tanımında bir hata yapıyor, ceketin ilk düğmesini yanlış ilikliyoruz. Ömer Şahin’in Radikal’deki haberinde, atılan ileri adımlar yanında hükümetin cemevlerini “ibadethane” olarak görmediği kaydı, galiba iliklenen yanlış düğmeyi gösteriyor.“Alevî sorunu” dendiği zaman, Alevîlerin diğer inanç mensupları ile eşitlik talebinden kimliğe ve oradan inanç ve ibadet hürriyetine uzanan şikâyetlerini anlıyoruz. Bu şikâyetlerin önemlice kısmı, devlet katında din hizmetlerinin kurumlaşmasıyla alakalı. Devlet düzeni, Sünni inanca tanıdığı statünün bir benzerini Alevî inanca tanımaması bir yana, Alevîler hakkında hüküm verme yetkisini bile Sünni inancın temsilcisi ve yetkili mercii olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakıyor. Ancak sorun orada bitmiyor. Sorunun kaynağında Sünni çoğunluğun Alevîliğe dair genel kabulleri ve önyargıları yatıyor. Bu kabullerin ve önyargıların çoğu Sünni inancının eseri değil; yani doğrudan dinî referanslardan kaynaklanmıyor. Çoğu gelenek ve kültür tarafından üretilmiş bu önyargıları, aslında bir Alevî sorunu olmaktan önce Sünnî çoğunluğun algılama sorunu olarak ele almak gerekiyor. Sünniler, kendilerini tanımlar ve sınırlarını çizerken “ne olmadıkları”nı Aleviliğe başvurarak açıklıyorlar. Sünniler, Alevî sorununa aslında bir “Sünnî inancın sınırları” sorunu olarak bakıyor. O zaman Alevî sorunu, Alevilerin ürettiği bir sorun değil, Sünnî çoğunluğun bu sorunlu bakışının eseri. Sünni çoğunluk Alevîliği, kendi içinden çıkan, kökleri ve kaynağı kendisinde olan bir sapma hâli olarak görüyor. Hıristiyanlık veya Yahudilik gibi tamamıyla dışarıda olsa bir sorun olmayacak. Alevilerin yaşadığı sorunların en temel sebebi, Sünnilerin Alevîliği “kendi içindeki öteki” olarak görmeleri. “Yoldan çıkmış kardeş”e ne yapılır? Cevap, Türkiye’nin Alevî sorununu açıklıyor. Sünnilerin sorununda, çelişkili tutumlar var. Sonuç: Alevî kimliğini ayrı, bağımsız bir kimlik olarak tanımama durumu.Sünnî inanca mensup olmanın, gündelik hayatta sağladığı doğal bir sosyal konfor var. Bilmediğiniz bir yere gittiğiniz zaman kural, sizinle aynı inanca mensup biriyle karşılaşmaktır. Aksi istisnaî bir durumdur. Bir Alevî işte bu istisnalar içinde hayatını geçirir. Bir Sünnî için inancı, aynı zamanda kolay iletişim aracı iken, bir Alevî dost ortama girdiğinden emin olana kadar inancını saklamak zorundadır. Bir inancın doğruluğu veya yanlışlığından değil; çoğunluk ve azınlık inancının karşılaşmalarından ve bir arada yaşama tecrübesinden söz ediyorum. Sünnî çoğunluk, Alevî inancı hakkında fikir yürütüp hüküm verirken, azınlık inancına mensup olmanın bireysel ve sosyal travmalarından bütünüyle habersiz görünüyor. Bunlara bir de yaşanmış olan Maraş, Çorum, Sivas gibi travmaları ekleyin. Ancak o zaman Alevî sorununu anlamak için bir başlangıç yapma imkânı doğuyor.Alevî sorunu, Alevîlerin durduk yerde ürettikleri bir sorun değil; Sünnî çoğunluğun, uzun tarihî tecrübe ile oluşmuş Alevî algısının ve Alevîleri yerleştirdiği konumun eseri. Bu algının, Sünnî inancın değil, çoğunluk geleneklerinin eseri olduğunu, çözümü ararken hatırdan çıkartmayalım. Öyleyse Alevî sorununun çözümüne, Sünnî çoğunluğun iktidara taşıdığı ve politikaya aktardığı algılardan ve tanımlardan başlamalıyız. Alevîliğe dair her konuda olması gerektiği gibi, cemevinin ibadethane olup olmadığına Alevîler karar vermeli. Çözemediğimiz sorunun, biraz da “Sünnilik sorunu”ndan kaynaklandığını artık fark etmeliyiz.
↧