![]()
Son yılların gündeme gelen en önemli konularından biri Afrika. Konuyla yakından ilgilenenlerin neredeyse ittifakla öne çıkardıkları fikir şu: Yeni dönemin yükselen, parlayan yıldızı Afrika olacaktır. Üç gün boyunca bu konuyu anlamak, teşrih masasına yatırmak üzere Abant’tayız.Evet, yeni bir Afrika olgusuyla karşı karşıya bulunuyoruz. Afrika dendiğinde ilk akla gelen açlık ve yoksulluk; süren iç çatışmalar; bir türlü önlenemeyen salgın hastalıklar ve elbette yaygın bir umutsuzluk. Fakat toplantıya katılanlar bize farklı bir profil çiziyor. Afrika bir rönesansın eşiğinde, istikrarlı sayılabilecek bir “kalkınma- büyüme” hızı. Diktatörlüklerin sayısında hızlı bir azalma söz konusu. “Açlıkla ve yoksullukla kıvranan Afrika”nın yerini “zengin tabii kaynakları, yüksek beşeri potansiyeli ile rönesans yapmaya hazırlanan Afrika” almış bulunuyor. Söz alan katılımcıların neredeyse tümü geleceğe ilişkin büyük umutlar beslediklerini anlatmaya çalıştılar. Öteden beri Afrika’dan söz edildiğinde kıtanın insanlığın vicdanının karardığı trajik bir havza olduğunu düşünmüşüm. Güney Afrika’da önemli rol oynayan Ubuntu’ya göre “İnsanlığın bir bölümü tükenmişse diğerleri de tükenir.” Tüketilen Afrika, insanlığın büyük bir bölümü. Yüz milyonlarca nüfusuyla Afrika bugünkü modern Batı zenginliğinin arkasında yatan maddi servet yatağı ve sömürülen emektir. Ubuntu, Afrika’yı Batı bireyciliğinin felakete sürüklediği tezi üzerine dayanır. İndava, bireyciliğe karşı herkesin bir araya gelip fikirlerini savunduğu ve paylaştığı değerleri öne çıkaran Afrika’ya özgü yüksek kültürel değer. Kıta sömürüldü, ırkçılığın acımasız zulmüne maruz kaldı ve sadece beşeri tarihi tahrip edilmekle kalmadı beşeri coğrafyası, toprağı da tahribe uğradı. Bir konuşmacı “Modernitenin bize yaptığı en büyük tahribatın geleneksel sözlü geleneğin sorun çözme kabiliyetini elimizden aldığını” söyledi. “Tarih boyunca Afrika’da insanlar birbirleriyle çatışmıştır, ama modern zamanlarda ortaya çıkan çatışmalar farklı tabiatta seyrettiğinden ve geleneksel usullerimizle çözemediğimizden çatışmalar sona ermiyor, aksine derinleşerek sürüyor. Şimdi geleneksel usullere farklı gözle bakılıyor, barışın çözümü için uygun modeller olup olmayacağını araştırıyoruz. Müslüman, Hıristiyan, animist veya Budist inançlarda olanlar iyi işletildiğinde söz konusu geleneksel usullerin barışın tesisinde olumlu rol oynadığı görülüyor.” Afrika’nın sorunlarının bir bölümü tabii ki geleneksel, ama ağırlıklı bölümleri modern algılardan kaynaklanıyor. Batılı sömürgecilerin zor kullanarak tesis ettikleri ulus devletler kıtanın tarihsel, tabii ve beşeri dokusuyla çatışma halinde. Küçük devletçikler, kabileler ve dini gruplar arasında yaşanan çatışmalar büyük ölçüde ulus devlet modelinden kaynaklanıyor. Batılı sömürgeciler Ricardo’nun ‘mukayeseli üstünlükler teorisi’ni bir doktrin olarak Afrika’nın genel ekonomisine empoze ettiler. Buna göre her yeni Afrika ülkesi bir veya birkaç ürünü üretmekle yetinecek, ürettiği malını da ulusal ve uluslararası pazara kuralları yine Batılıların tayin ettiği çerçevede sürecektir. Bundan Afrikalılar kazançlı çıkmadı, milyonlarca insan hem geleneksel üretim çeşitliliğini unuttular hem ürünlerini Batılı beyaz adama kaptırdılar. Sun’i olarak çizilen ulusal sınırlar tarım ve hayvancılığın ölümüne yol açtı; monolotik ulus devleti ele geçirdiğinde var olabileceği fikrine kapılan kabileler birbirleriyle ölümcül çatışmalara girişti. Fakat bunların hepsinden daha önemlisi en belirgin analizini Frantz Fanon’un yaptığı sömürgecinin inşa ettiği zihnî altyapının bugünkü Afrikalının ruhunda etkisinin sürüp sürmediği konusudur. Afrikalılar kalkınma, zenginleşme ve rönesans gerçekleştirme heyecanı yaşıyorlar. Bunu bariz olarak gözlemleyebiliyoruz. Ama kişisel olarak zihnimi meşgul eden soru şu: Afrika, kendisini musibete uğratan moderniteyi tekrar etmekle acılarına son verebilir, beşeriyetin giderek kapanan ufkunu açabilir mi? a.bulac@zaman.com.tr