![]()
Türkiye 1999’da AB’ye aday ülke haline geldiğinden beri, Avrupa’daki laik muhafazakârlar nasıl konum alacakları konusunda sorun yaşıyor.Pek çoğu, 80’ler ve 90’larda Türkiye’nin en sadık savunucusuydu, zira ülkeyi NATO’nun olmazsa olmaz parçası ve Batı’nın sorunlu bir bölgedeki kilit müttefiki sayıyordu. Aynı dönemde, 1980 darbesi sonrası yoğun insan hakları ihlalleri ve Türk ordusu ile PKK arasındaki kanlı savaş yüzünden solcular Türkiye’ye son derece eleştirel yaklaşıyordu. Ama Türkiye tam üyelik yolculuğuna başlamak için yeşil ışık aldıktan sonra, kökleri Soğuk Savaş’a uzanan bu öngörülebilir sağ-sol ayrışması, dağılmaya başladı.Soldakilerin çoğu, birbiri ardına Türk hükümetlerinin Avrupa tarzı reformlar sunma çabalarına değer verdi ve Türkiye’ye şüpheyle bakanlardan Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçilerine dönüştü. Ama Avrupalı liberal ve laik muhafazakârlar -Hıristiyan Demokratlarla karıştırılmasın- yeni gerçekliğe uyum sağlamakta zorlandı. Bazısı, eski stratejik gerekçelerini, yükselen bir piyasa olan Türkiye’nin büyüyen ekonomik önemine dair yeni savlarla birleştirip, sadık dost olarak kaldı. Gelgelelim diğerleri, taraf değiştirip, Türkiye’nin AB üyeliğine kuvvetle karşı çıkmaya koyuldu.İkinci grubun en önde gelen temsilcilerinden biri, eskiden olduğu gibi şimdi de, Frits Bolkenstein. 1990’larda Hollanda’nın muhafazakâr Liberallerinin lideri ve 1999-2004 arası Avrupa Komisyonu üyesiydi. Hâlâ Hollanda kamuoyunun Türkiye’yi nasıl değerlendirmek gerektiğine dair tartışmalarında çok görünür bir figür kendisi. Geçen hafta Amsterdam’da Bolkenstein’ın oldum bittim dobra konuştuğu bazı meselelerin tartışıldığı bir seminer düzenlendi. Benden de Avrupa’nın siyasi ve coğrafi sınırları hakkında konuşmam rica edildi. Tabii Türkiye baskın biçimde ön plana çıktı.İlginç olan, Bolkenstein ile hayranlarının Türkiye’nin üyeliğine karşı savlarının, yıllar geçtikçe, ilkesellikten faydacılığa kayması. Uzun bir süre Bolkenstein’ın ana savı, Avrupa’da tarihi ve kültürel bir bölünme hattı olduğu iddiasına dayanıyordu. Ona göre, bir tarafta, Avrupa’nın Aydınlanma’yı görmüş geçirmiş kısmı vardı. Bu hayali sınırın diğer tarafında, Türkiye gibi, aynı deneyimden geçmemiş ülkeler bulunuyordu ve bu yüzden onların Avrupa’nın temel aldığı değer ve ilkelere katılımı asla mümkün olmayacaktı. Türkiye ile aynı Osmanlı tarihini paylaşan Romanya ile Bulgaristan’ın 2007’de üye olmalarıyla birlikte bu sav, manasını ve çekiciliğini kaybetti. O zamandan beri Bolkenstein ve diğer muhafazakârlar, daha çok, Türkiye’nin büyüklüğüne ve AB’nin bu kadar büyük bir ülkeyi içine almaya adapte olmasının zorluklarına odaklanıyor. İslam’la ilgili sorunlara ve İslam’ın demokrasiyle bağdaşmadığı varsayımına yönelik dolaylı atıflar ise değişmeden kaldı.Geçen haftaki Bolkenstein seminerinde, liberal muhafazakârların Türkiye hakkındaki anlam bulanıklığına bir kez daha tanık olduk. Bu kez mesele, son protestolar ve Erdoğan hükümetinin buna demir yumrukla mukabelesine ne tepki verileceğiydi. Herkes, polis vahşeti ve akıl sır ermez komplo teorilerini anarak, durumun tümden kötü yönetildiğinde sözbirliği etti.Ama buna en iyi tepki verme yolunun ne olduğuna dair fikir birliği sağlanamadı. Türkiye bir kez daha Avrupa ülkesi olmadığını gösterdi diye yaprak kımıldamayan üyelik müzakereleri ebediyen durdurulmalı mıydı? Yoksa bu, toplanma ve ifade özgürlüğü gibi en temel Avrupa değerlerini savunmak için sokaklara dökülen protestocuları cezalandırmak mı olurdu?Bu manzara, bana, Türkiye’de Kürtlerin ve Müslüman olmayan dinsel azınlıkların haklarını savunuyormuş gibi yapıp, Türk hükümetini bu alanlarda reform yapmadığı için cezalandırma gerekçesiyle sık sık müzakerelerin askıya alınması çağrısı yapan bazı Avrupalıların ikilemini hatırlattı. Bu kendinden menkul savunucuların duymaktan hep rahatsız olduğu bir şey vardır; o da, uğruna savaştıklarını iddia ettikleri grupların Türkiye’nin AB üyeliğinin en sıkı destekçileri olup bu ihtimalin tehlikeye girmesini istemedikleri, zira bir gün tüm haklarına kavuşmalarının en sağlam garantisini hâlâ AB üyeliğinin oluşturduğundan emin olduklarıdır.