Gece yarısı... Beş-on gencin cılız sloganı, işlek ve ışıltılı caddenin bağrında eriyip gidiyor. Kulak kabartıp yaklaşanlar, hiç de haz almadıkları bu görüntüye takılmaksızın uzaklaşıveriyor. Hal böyle olunca “gençler kendi arasında eğleniyor” görüntüsü baskın çıkıyor. Zaten onlar da cep telefonlarıyla ha bire kendilerini çekiyor. Sanırım birazdan Twitter'a ya da Facebook'a atıp bu sahipsiz gösteriye taraftar arayacak; hatta kendilerine kahramanlık rolü biçecekler. Karşı caddeden bu küçük nümayişi seyrediyorum.O da ne! Gençlerin yanına ak saçlı ama dinç görünümlü bir adam yaklaşıyor. Bir şeyler söylüyor acemi eylemcilere. Cep telefonuyla yapılan kayıtlara ara veren gençler, adamla konuşmaya başlıyor. Önce “gösteri karşıtı” bir vatandaş sanıyorum adamı. Endişe duyuyorum; aralarında hır gür çıkacak sanıyorum. Fısıltılı sohbet kahkahaya dönüşünce önce derin bir oh çekiyorum. Çünkü kozlarını şiddet vasıtasıyla sokakta paylaşanların ülkeyi nasıl korkunç bir felakete sürüklediğini unutamıyorum. Ne var ki yeni bir fasıl açılıyor karşı caddede. Yaşlı adam, sol yumruğunu havaya kaldırıyor ve hançeresini çatlatırcasına bağırmaya başlıyor. Malum marş! Gençler de aynı asabî ses tonuyla o marşı tekrar ediyor: “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler / Bu ülke size kalır mı?”Gösteriyi gece yarısı eğlencesine çeviren delikanlılar için bu dörtlüğün özel bir manası olmayabilir; ancak bizim gibi darbelerin nasıl hazırlandığına şahit olanlar için bu marşın çağrışımı çok eskilere dayanır. Marşın aslı Plevne için söylenmiştir malum. Orijinalindeki mısralar şöyledir: “Olur mu böyle olur mu / Evlat babayı vurur mu / Sizi millet hainleri / Bu dünya size kalır mı?”1960'ta darbenin şartlarını sokakta hazırlayanlar, Plevne için söylenen bu hazin sözlere siyasi bir anlam yüklemiştir. 28-29 Nisan 1960 olaylarında başlayan bu siyasi uyarlama bütün sokak gösterilerinin ortak bestesi haline gelmişti. O kadar ki darbe sonrasında basılan 27 Mayıs pullarında bile bu mısralar kullanıldı. Daha kötüsü de var. Darbe-basın ilişkisini anlatan daha vahim manzara! Darbe sonrası kurulan o ahlaksız mahkemeyi Yassıada Saati diye radyo programı haline getirenler o programın fon müziğine bu marşı koymuşlardı. O radyo programlarının üç yapımcısından ikisi (Orhan Birgit-Bedii Faik) hâlâ hayattadır. Orhan Bey, verdiği mülakatlarla kendi payına düşen rolü bir nebze deşifre etmiş, Bedii Faik de çok şey söylüyor gibi yapıp pek çok şeyi ketmettiği hatıralarında gazeteciler ile darbeciler arasındaki kullanma kılavuzuna dair bazı ipuçlarını vermiştir.27 Mayıs'çıların dillerine pelesenk ettiği marş 12 Eylül öncesinde evrim geçirdi. “Kahrolası diktatörler” yerine “kahrolası faşistler” deniyordu. O tempo ile “ordu göreve” deniyor, polis taşlanıyordu. Sen misin öyle diyen? Ülkücüler de “kahrolası hain Moskof” demeye başladı. Darbelerin fon müziğiydi bu marş...Neyse. O geceye dönelim. Sayıları iki elin parmağını geçmeyen ve işlek bir caddenin üzerinde hükümet aleyhine bağırıp çağıran gençlerin yanına bir adam yaklaşıyor ve onlara 1960 darbesi ile başlayan, 1980 darbesinde çok özel anlam ifade eden bir marşla ruh üflemeye yelteniyor. Hipnoz tesir ediyor ve gecenin karanlığına uygun bir manzara çıkıyor ortaya.Aslında asude bir kentimizin işlek bir caddesinde şahit olduğum manzara ile Gezi Parkı diye anılan hadiselerin seyri arasında büyük bir paralellik var. Ağaçların kesilmesine, AVM yapılmasına karşı çıkan birtakım insanlar demokratik tepkilerini ortaya koymak isterken adeta ortaya 27 Mayıs hortlakları, 12 Eylül ecinnileri, 28 Şubat haramîleri çıkıverdi. Çadırların yakılması, duvarların yıkılması, ağaçların kesilmesi gibi birtakım mağduriyetler nedeniyle destek gören barışçı eylemcileri suistimal etmek isteyen örgütler uzun zamandır beklediği fırsatı yakalamanın coşkusuyla yaktı, yıktı, döktü, vurdu, kırdı.Kim haklıydı, nereye kadar haklıydı, haksızlık sınırı nerede başladı, baştan beri planlanmış bir süreç miydi, aniden başlayan sürece sonradan eklenenler mi oldu, uluslararası bir komplo muydu, uzun zamandan beri tahkir edildiğini düşünen kitlelerin öfke patlaması mıydı? Bu sorular çoğaltılabilir, derinleştirilebilir. Ancak artık o sorulara takılıp kalmamak gerekiyor.Gençler pek bilmez, daha doğrusu bilemez, ancak bu ülke çok feci hadiseler yaşadı. En temiz duygular sömürüldü, en masum istekler kanlı hesaplaşmalar için sıçrama tahtası yapıldı. Her kaos, maskeli baloya benzer; insanları/kitleleri hazırlar, en masum kişilere bile bir maske takarlar bazen. Hatta bir gecede yüz maske takan gulyabaniler vardır böyle karanlık günlerde. Türkiye, protesto ve hak arama kültürüne erişebilmeli artık. Neyin demokratik hak olduğunu, neyin terör olduğunu ayrıştırmalı herkes. Şiddetsiz eylem kültürü oluşursa Türkiye, hem 60'lı yılların hortlak fikirlerinden âzade olur; hem de sosyal tepkilerin ışığında aydınlık ufuklara doğru yol alır…Bahane uydurmak yok!Fethullah Gülen Hocaefendi, çok hayati bir açıklama yaptı. İnsan haklarını “Allah’ın insanoğluna verdiği bütün haklar” çerçevesine oturtunca kimin haddine ki birtakım yasaklamalar getirebilsin. Kürt sorununun da bu temel prensip içinde düşünülmesi gerekiyor. Hocaefendi’nin Kürtçe eğitim için söylediği somut sözler de çok ileri seviyede bir demokrasi hamlesidir. Özel okullarda Kürtçe eğitim yapılabileceği ve ilerleyen dönemlerde Kürtçeye vâkıf öğretmenler sayesinde bu yolun daha da geniş bir mecraya dönüşebileceğini ifade ediyor Hocaefendi. Bütün bunlar yapılırken Türkçenin değerine de atıf yapılıyor ki onun üstüne de düşünmek mecburiyeti hasıl oluyor. Çünkü Türkçe bir Türkiye gerçeği…Hocaefendi’nin özgürlükçü yaklaşımına BDP’li milletvekilleri olmak üzere pek çok Kürt siyasetçiden büyük bir destek geldi. BDP milletvekilleri Sırrı Sakık ve Esad Canan’ın Hocaefendi’ye verdiği destek ile AK Partili Galip Ensarioğlu’nun takdir dolu sözleri Kürt halkındaki demokratik beklentiyi de ortaya koyuyor. Madalyonun başka bir yüzü de var: PKK’nın yayın organları ısrarla “cemaat”i hedef alıyor ve inatla kara propaganda yapıyor. Sitelerine bakacak olursanız sanki “çözüm süreci” tıkır tıkır işliyor da “cemaat” buna mani oluyor. Yalan ve iftiranın her türlüsüne başvuruyor örgüt borazanı…Çözüm sürecinde, maalesef, bazı aksamalar yaşanıyor. Başbakan Erdoğan, PKK ile ilgili âkil insanlar toplantısında “ancak yüzde 15 çekildi” diyor. Milliyet yazarı Fikret Bila, bir kaynağa atıfta bulunarak “Çekilmenin daha ‘Ç’si olmadı.” diyor. Bir gazetenin yazdığına göre MGK raporlarında da çekilmenin olmadığı belirtiliyor. Ayrıca helikoptere ateş açılıyor, askerî karakola baskın yapılıyor, şantiyeler yakılıyor, adamlar kaçırılıyor, örgüt polis okulu açtık deyip diploma dağıtıyor, yol kesip kontrol yapıyor…Umarız süreç akamete uğramaz. Umarız büyük beklentilere vesile olan süreç, hayal kırıklığına yol açmaz. Ancak şunu da bilmek gerekiyor ki, bir başarısızlık söz konusu olursa sorumluları bellidir. Mevcudiyetini savaşa bağlı görenlerin daha ilk dakikadan “Sulhta hayır vardır” diyenleri suçlaması ya çaresiz bir çırpınışın ifadesidir; ya da fatura bize kesilmesin diye suçsuz-günahsız insanları karalamak isteyen kirli bir yapının B planıdır. Çamura yatmayın; halk her şeyi görüyor, yakından takip ediyor. Ve halk, barışa tuzak kuranları asla affetmeyecektir.PANORAMA >>>Tasarım Günleri’nin 8.si geçen hafta yapıldı. 400 civarında katılımcı, gazetelerin muhteva-tasarım ilişkisini usta yazarlardan, deneyimli tasarımcılardan dinledi. Atölye çalışmalarına katıldılar, dağarcıklarına bilgi ve tecrübe yükleyip sertifikalarını aldılar. Birkaç gün önce gazetemizin merkez binasında Gazetecilik Eğitim Günleri başladı. Bu programa da geleceğin gazetecileri katılıyor. Hem teorik bilgiler ediniyorlar hem uygulamalı haber için atölye çalışmaları yapıyorlar. Umarız mesleğe katkısı büyük ve kalıcı olur…Gündem alevlenince aklı başında adamlar bile savrulup gidiyor dört bir yana. Kur’an’da ve sünnette yer alan bir duanın ne kadar mühim olduğunu her gün biraz daha anlıyoruz. “Ayaklarımızı sabit kıl...” dememizi istiyor Rabb’imiz. Koca koca adamların istihbarat örgütlerinin dilediği istikamette bir çekirge gibi hoplayıp zıpladığını görünce ‘sırat-ı müstakim’de sabit olmanın ne kadar manidar olduğunu anlıyor insan. En güzeli O’na sığınmak; hele devir fitne devriyse…
↧